29 Mart 2011 Salı

SİNESPOR ( The Fighter - Dövüşçü)

The Fighter (Dövüşçü)

Tür: Biyografi, Dram, Spor
Yönetmen: David O. Russell
Gösterim tarihi: 2010
Senaryo: Scott Silver, Paul Tamasy, Eric Johnson, Keith Dorrington
Yapım:
2010 ABD – 115 dak.
Oyuncular:
Mark Wahlberg, Christian Bale, Amy Adams, Melissa Leo, Mickey O'Keefe, Jack McGee

Boks ve Sinema yan yana gelince aklımıza hemen Rocky serisi gelir. Rocky dışındaki filmlerden biri 1979 yapımı başrolünü Jon Voight (Kendisi Anjelina Jolie’nin babası dır.) oynadığı The Champ (Şampiyon) dır. 2010 yapımı olsa da ülkemizde 2011 de vizyona giren The Fighter (Dövüşçü) da bu filmlerin yanında bir yer buldu.


Gerçek bir yaşam öyküsünden yola çıkan film, iki boksör kardeşin hikâyesini anlatmakta. Dicky Eklund (Christian Bale) ailenin büyük oğludur. Dicky boksa geri dönmeyi hayal eden ama bunun için pek de çalışmayan sorumluluktan uzak bir karakterdir. Uyuşturucu batağına düşmeden önce geleceği parlak bir boksördür. Hatta zamanın en iyi boksörlerinden Sugar Ray Leonard’ı yere sermiştir. Her fırsata onu nasıl yere serdiğini anlatır durur. Bir televizyon kanalı Dicky’nin hayatını belgeselleştirmektir. Dicky ile birlikte mahallede gezip çekimler yapılmaktadır.


Ailenin reisi ise tam 9 çocuk sahibi (Fiziğine bakınca nasıl sorusu akla geliyor) Alice Ward (Melissa Leo) dır. Otoriter bir anne olan Alice çocuklarının hayatları üstünde aşırı hakimiyet kurmuştur. Onlar için neyin doğru olup olmayacağına kendisi karar vermektedir. Ailenin ikinci oğlu ise Dicky’ye nazaran daha içine kapalı ve sakin olan Micky Ward (Mark Wahlberg) dır. Micky aynı babadan olmasa da, öz ağabeyi gibi Dicky’yi sevmekte, saygı duymakta ve hayran olmaktadır. Küçük yaşlarından beri onunla antrenman yapmakta ve bir gün onun gibi zirveye çıkmayı hayal etmektedir.

Micky’yi maçlara hazırlayan Dicky, sorumsuzluğu ve arkadaşlarıyla katıldığı uyuşturucu partileri yüzünden antrenmanları aksatmaktadır. Bu durum Micky’nin hoşuna gitmese de annesi ve ağabeyine karşı gelmeyi göze alamamaktadır. Tam da kendi içinde çelişkiler yaşarken Charlene Fleming (Amy Adams) adında bir barmen kızla tanışır. Charlene en az Alice kadar hırslı bir kadındır. Üniversiteyi yüksek atlama bursu ile okumaktayken yarıda bırakmıştır.

Aile bağları Alice’in hırsı, Dicky’nin sorumsuzlukları yüzünden sarsılan Micky’nin yeni akıl hocası Charlene olmuştur. Micky’i, Dicky ve Alice den uzaklaşması gerektiğini düşünmektedir genç kadın. Dicky ve Alice ise bu işten hiç memnun olmamışlar ve özellikle Charlene karşı nefret duymaya başlamışlarıdır. Micky bir karar vermelidir. Ailesi mi? Kariyeri ve âşık olduğu kadın mı? Bu zor sınavda tüm aileyi çeşitli zorluklar beklemektedir.

Uyarlama senaryosu ve oyunculuklarıyla öne çıkan film de, karakterlerin gerçekçiliği izleyiciyi filme çeken en büyük etken. Filmin konusu aile bağları üzerine kurulmuş olmasının yanında bir gölgeden çıkış hikayesi de diyebiliriz. Abisinin kazandığı göreceli başarının altında ezilen bir boksörün kendi ayakları üzerine dikilme hikayesini anlatmakta film.


Aday gösterildiği 7 dalda iki Oscar kazanan (Christian Bale En İyi Yardımcı Erkek - Melissa Leo da En İyi Yardımcı Kadın) filmde oyuncular o kadar iyi bir performans sergiliyor ki, hangi karakteri başrol de olduğunu filmin sonuna kadar karar veremiyoruz. Filmin sonunda kısada olsa görünen gerçek Dicky Eklund ve Micky Ward’a dikkat ederseniz Christian Bale ve Mark Wahlberg nasılda karakterleri birebir canlandırdıklarını anlarsınız. Ayrıca filmde ilk kez Oscar’a (En İyi Yardımcı Kadın) aday gösterilen Amy Adams ödülü rol arkadaşına kaptırsa da ilgiyi üzerine çekmeyi başardı. Hatta yeni çekilecek olan Süperman filminde Lois Lane rolünü kaptı.


Sonuç olarak konusu ve oyunculukları için muhakkak seyredilmesi gereken bir film The Fighter (Dövüşçü).


İyi Seyirler…


Detaylı bilgi:http://www.imdb.com/title/tt0964517/

28 Mart 2011 Pazartesi

Ve Adnan da Gider

Bu ay ".... da Gider" başlıklı üçüncü yazı oldu. Maalesef bu sefer gidiş diğerlerinden daha ağır oldu. Galatasaray yönetimi toplu olarak, çokta şık olmayan bir şekilde koltuklarından indirildiler.

Galatasaray'ın Yıllık Olağan Mali Genel Kurul Toplantısı dün Lütfi Kırdar Kongre Merkezinde gerçekleşti. İlk oylamada Mali olarak ibra edilen Galatasaray yönetimi, İdari olarak ibra edilmeyerek düşürülmüş oldu. Galatasaray tüzüğü gereği 30 gün içinde seçime gidilecek ve bu yönetim kurulundan kimse aday olamayacak.

Böylece 2008 in Mart ayında rekor bir oy sayısıyla başkan olan Adnan Polat, tarihi bir kararla 2011 Mart ayında koltuğundan indirildi. Büyük ihtimal 30 günlük süreyi sonuna kadar kullanacaktır yönetim. Akşamüstü olağanüstü toplantıda yaptılar. Başkan yardımcısı Işın Çelebi; Adnan Polat'ın bir kaç gün içinde basın açıklaması yapacağını belirti toplantı çıkışı.


Kulüp çok zor bir sene geçiriyor. Özelikle futbol takımının tarihindeki en kötü performansı sergilemesi yönetimi sarstı. Mali açıdan çok önemli atılımlar yapıldığı, Galatasaray Spor Kulübünün tek faaliyet alanı futbol olmadığı söylense de kabul etmek lazım bu kulübün vitrini futbol. Bu başarısızlıkta ayrıca üçüncü veya dördüncü olmak değil maalesef. Süper Lig de 11. sırada Galatasaray. Avrupa’ya Eylül ayında veda etti. Son umudu Türkiye kupasına ise çeyrek finalde veda etti. 2011 - 2012 sezonunda Avrupa Kupalarında da olamayacak Galatasaray. Yani çok ağır bir başarısızlık var ortada.

Bir diğer hatası ise belki de en can alıcısı idi. TT Arena'nın açılışında yaşanan olaylarda taraftarı sakinleştirip, sahip çıkacağına kelle avına çıktı. Başbakana özür dilemesine pek bir şey diyemem ama TOKİ başkanın yaptığı o terbiyesiz konuşmaya ses çıkarmaması sonun başlangıcıydı. Onu başkanlık koltuğuna taşıyan tribünlere ihanet etmiş oldu Adnan Polat.


Yazılacak çok şey var ama yine de Adnan Polat bir Galatasaray başkanıdır. Böyle gitmesi pek hoş olmadı. Yeni yönetimi çok ağır bir sorumluluk bekliyor. Bu günleri fırsat bilerek yenilenme çalışmalarına başlamaları gerekmektedir. Umarım başarılı olurlar...

26 Mart 2011 Cumartesi

Hagi de Gider...

Ve beklenen oldu Hagi’nin de görevine son verildi. Bir sezon bitmeden iki hoca yollayarak herhalde kulüp rekoru kırmıştır Galatasaray. Oyunculuğuna dair kötü bir söz söyleyenin karşısında olduğum kadar antrenörlüğünü öven tüm sözlerinde karşısındayım. İkinci antrenörlük dönemi biten Hagi, ilk döneminden de başarısız oldu. Yıldız futbolcu olmak iyi antrenör olmayı sağlamıyor maalesef.

Frank Rijkaard’ın gönderilmesi ne kadar yanlışsa Hagi’nin gelmesi bir o kadar yanlıştı. Rijkaard’ı gönderen nedenler çok açık ortadaydı. Bu hafta Baros’un da dilendirdiği gibi takım içinde köstebekler var. (Ben soysuzlar diyorum.) Rijkaard’ı gönderen bu köstebekler durmadılar ve Hagi’nin gönderilmesine katkıda bulundular. Ama bu sefer tek sebep onlar değil.

İlk geldiği günlere dönersek, Ekim ayında takımın başına geçen Hagi ilk icraat olarak disiplinsiz hareketleri yüzünden Misimovic’i süresiz kadro dışı bırakmasıydı. Transfer sezonunun son günlerinde takıma katılan ve alışma süresini yeni yeni atlatıp, tam performansını göstereceği zaman kadro dışı bırakıldı Misimovic. Hagi’nin ilk maçı Fenerbahçe ile Şükrü Saraçoğlundaydı.. Kan değişiminin gazıyla maça çıkan Galatasaray maçtan beraberlikle ayrıldı. Maalesef bu bir başarı olarak lanse edildi ve takımın düzeleceği düşünüldü. Ama haftalar geçtikçe takım puan kayıplarına devam etmeye başladı. Hatta maç kazanamaz oldu. Fatura kalecilere kesildi ilk başta ve ara transfer de Zapata getirildi.

Fenerbahçe de defalarca af edilmesine rağmen disiplinsizlikleri yüzünden gözden çıkarıla Colin Kazım’ı transfer edilmesi tepkiyle karşılandı. Misimovic’i sakız çiğnedi diye gönderen zihniyet Colin Kazım’a nasıl kucak açtı anlamak güç. Ardından Bogdan Stancu getirildi takıma. Bu transferin üstünde de bir çok spekülasyon yapıldı. Stadyum değişikliği de bu döneme denk geldi. Yapımında yaşanan sıkıntılara ek açılışta yaşanan tartışmalar iyice ortalığı karıştırdı. Adnan Polat’ın protestocu taraftarları bir kele avcısı edasıyla arayıp bulacağını söylemesi bardağı iyice taşırdı. En son hedefteki adamlardan Adnan Sezgin görevinden uzaklaştırıldı zar zor. Bu arada elinde kalan Türkiye kupasını da Gaziantep’e elenerek yitiren Galatasaray tarihinin en karanlık dönemini yaşamaya başladı.

Hagi’nin de yönetim ve taraftarla sorunları baş göstermeye başladı. “Delikanlı olan karşıma geçip konuşur” sözleri sonun başlangıcı oldu. Her şey Fenerbahçe maçına kalmıştı. Ama bir hafta önce yapılan Ankaragücü maçında 2 farkla öndeyken maçı 3-2 kaybedince Fener maçı da kurtaramayacağı belli oldu. Yine öne geçilerek verilen bir maçın ardından Galatasaray 1 – Fenerbahçe 2 olarak yazıyordu TT Arena’nın skor tabelasında.

Sonuç pazartesinden itibaren yazılı görsel ve sosyal medyaya düşen “Hagi gönderildi” haberleri doğrulanmadı günlerce. Herkesin beklediği haber dün geldi ve bir dönem daha bitti. Şimdi ne olacak? Takımın başına Bülent Ünder getirilirken yardımcılığını Tugay Kerimoğlu yapacak. En önemli gelişme bence Cüneyt Tanman’ın A Takım Sportif Direktörlüğüne getirilmesi oldu. Cüneyt futbolcuğu bıraktığından bu yana kaptansız bir takımımız var bence. Eski nesil kaptanların sonuncusuydu Cüneyt. Takımı toplar ağabeylik yapar, sinirler gerildiğinde takımı sakinleştirir ve yön verildi. Günümüzde kaptanlar kavgaya önde gidiyor maalesef. Bu sebeple Cüneyt Tanmam karanlık bir dönemde bir mum ışığı gibi. İnşallah efsaneleri teker teker karanlığa çeken bu düzen Cüneyt’i de yutmaz.

22 Mart 2011 Salı

Zonguldakspor' dan İnsanlık Dersi

“İşte yeşil sahalarda görmek istediğimiz hareketler” ile başlayan cümlelere nispet yaparcasına Zonguldakspor futbol takımı saha dışında da görmek istediğimiz bir harekete imza attı.

Bölgesel Amatör liginde Akyurt Belediyespor karşılaşması için Ankara’ya giden Zonguldakspor futbol takımını taşıyan otobüs Zonguldak - Ankara Karayolu'nun Dorukan Tüneli çıkışında yaralı bir sürücünün yardım isteği üzerine durdu. Yaralı sürücü aracının virajını alamayıp 10 metreden dereye uçtuğunu ve aracın içinde yaralılar olduğunu söyleyince Zonguldakspor oyuncuları ve teknik ekibi tereddütsüz yardıma koştular.

Otobüsten inen Zonguldaksporlular arabada sıkışan 3 yaralıyı kurtarmak için aracın uçtuğu dereye indiler. Soğuk dere suları ve engebeli arazi ile mücadele eden takım yaralıları 10 metre yukarıdaki yolla taşımaya başladılar. Olay yerine ulaşan 112 Acil Servis ekibinin de katılmasıyla yaralılar Hastaneye kaldırıldı. Maalesef yaralılardan biri Hastanede hayatını kaybetti.
Yaralıların kurtarılmasından sonra yolla devam eden Zonguldakspor kafilesinden bazı oyuncular soğuk algınlığı yüzünden rahatsızlandılar. Zonguldakspor karşılaşmadan 2-1 mağlup oldu ama insanlık maçını büyük farkla kazandı. Bence 2011 Fair Play ödülünü şimdiden Zonguldakspor’a verilmesi gerekir.

Futbol sadece yeşil sahalarla sınırlı olmadığı ve kulüplerin yeri geldiğinde bir sivil toplum örgütü olduğunu ve ülkenin sorunlarına da el atabileceğini de gösterdi kanımca. Bu cesur yürekli insanlar sayesinde hala ayakta kalıyor ülkemiz.
Tüm insanlığa örnek olması dileğiyle…



21 Mart 2011 Pazartesi

Avrupanın En Büyüğü Vakıfbank GSTT

Helal olsun size daha ne diyebilirim ki. Paraların su gibi aktığı fakat Edirne den dışarıda hükmü geçmeyen futbolumuza nazire yaparcasına diğer branşlarda çok büyük başarılar yaşıyoruz. Bayanlar Voleybolunun Avrupa’daki en büyük kupası Avrupa Şampiyonlar Ligi Kupasını Vakıfbank Güneş Sigorta Türk Telekom kazandı. Ayrıca bir ilke de imza atan Vakıfbank GSTT, bu kupayı kazanan ilk Türk takımı oldu.

Yenilgisiz şampiyon olan Vakıfbank GSTT’nın bir diğer başarısı da 6
yıldır süren İtalyan hegemonyasını da yıkması oldu. Fenerbahçe Acıbadem ev sahipliğini yaptığı organizasyon da ilk maçını yine Fenerbahçe Acıbadem ile oynayan Vakıfbank maçtan GSTT 3-2 (25-19, 25-21, 25-21, 25-19, 15-11) galibiyet alarak finale çıktı. Final de Azerbaycan temsilcisi Rabita Bakü’yü 3-0’lık (25-13, 25-20, 25-17) net bir skorla devirdi ve şampiyon oldu.

Final Four’un
En değerli oyuncu ödülünü Vakıfbank GSTT dan Polonyalı Malgorzata Glinka alırken diğer bireysel ödülleri kazanan oyuncular;

En iyi manşet:
Vakıfbank GSTT'den Gözde Sonsırma,
En iyi servis atan oyuncu: Rabita Bakü'den Natalya Mammadova
En iyi pasör:
Vakıfbank GSTT’den Özge Çemberci
En iyi libero: Vakıfbank GSTT’den Gizem Güreşen
En iyi blokçu:
Vakıfbank GSTT’den Maja Poljak
En iyi smaçör:
Scavolini Pesaro’dan Manon Flier
En skorer: Vakıfbank GSTT’den Jelena Nikolic.

Bayanlarımız başta olmak üzere emeği geçen herkese teşekkürler. İyi ki varsınız…

16 Mart 2011 Çarşamba

Ezeli Rekabet, Ebedi Dostluk


Ve o büyük gün yaklaştı. Türk spor tarihinin en büyük rekabetidir, Galatasaray – Fenerbahçe rekabeti. Sadece yeşil sahalarla sınırlı değildir bu rekabet, tüm spor branşlarında devam etmektedir. Bu iki kulübü büyük yapan da esasında bu rekabettir. Fenerbahçesiz Galatasaray, Galatasaraysız Fenerbahçe düşünülemez. Diğerleri alınmasın ama onlar sadece araya girip katalizör olurlar.

Türk futbolu düşüşte olduğu apaçık ortada malumunuz. Peki bunda iki kulübünde futbol branşında yaşadığı başarısızlıkların katkısı yok mu? Tabii ki en büyük faktör budur. Şu an da Fenerbahçe bir yükselişte gözüküyor, Galatasaray ise tarihinin en kötü performansını sergiliyor. 2007 – 2008 sezonundan bu yana iki takım birlikte şampiyonluk yarışı içinde yer almıyorlar maalesef. Hatta 2005- 2006 sezonundan beri lig de domine olamıyorlar. En son 2005 – 2006 sezonunda üçüncü sıradaki takımla hatırı sayılır bir puan farkı yakalamışlardı.

Yine bu iki takımın düşüşü sırasında Bursaspor ilk şampiyonluğa ulaştı. Sivas ise iki sezon zirveyi zorladı. Anadolu devrimini küçümsemek olmaz ama bu yükselişte de iki takımın performans düşüklüğünün payı var. Şimdilik Anadolu kaplanları moral buldular ve psikolojik olarak bu iki takıma karşı pençelerini gösteriyorlar. Bu tablonun devam edip etmeyeceği ileride belli olacak. Ya her şey eskiye dönecek ve 3 takımlı lige kaldığımız yerden devam edeceğiz ya da her sene değişik şampiyonlar çıkaracağız. Bu konu apayrı bir yazıda yazılmalı.( Bir yazı konusu çıktı:)

Cuma gününe dönecek olursak özelikle Galatasaray için önemi düşük bir maç gibi duruyor. Ama bence Fenerbahçe için ne kadar önemli ise maç, Galatasaray için iki kat önemli. Birinci önemi TT Arenadaki ilk derbi maçı ve ilk Fener maçı. İkincisi bu maçı bir şekilde Galatasaray kazanırsa ezeli rakibi bu durumda bile yenmenin verdiği mutluluk yok olan özgüveni yerine getirir ve ligin geri kalanında performans artışı görebiliriz. Üçüncü olarak ise Adnan Polat koltuğundan edilip edilmemesi bu maçla belli olur. Eğer kazanırsa koltuğa yapışır. Kaybederse ve özelikle fark olursa pazartesiyi görmez belki de.

Fenerbahçe için üç senaryo var. Kazanır ve yıllarca sürecek bir onurla ilk maçı kazandıklarını anlatırlar. Hele birde fark olursa bir 6 – 0 geyiği daha ortaya çıkar. Beraberlik halinde ise pek bir değişiklik olmaz ve yollarına kaldıkları yerden devam ederler. Ama beklenenin dışında bir sonuç olur ve kaybederlerse ve bu bir sayının üstünde olursa işte o zaman iş değişir. Yakaladıkları seri biteceği gibi bu durumdaki Galatasaray’a yenilmeleri moral olarak taraftarı ve futbolcuları etkiler ve yükseliş duraklama veya düşüşle sonuçlanabilir.

Bu da bize şunu gösterir ki hangi şartlarda olursa olsun Galatasaray – Fenerbahçe maçları kritiktir. Tüm sezonu ilgilendirir ve ilgilendirecektir. Düşme hattı içinde oynasalar bile tüm ligi etkiler bu iki kulüp. Umarım Cuma günü zevkli ve göze hoş bir futbol oynanır ve kazanan yine Türk futbolu olur.
Herkese iyi seyirler…

15 Mart 2011 Salı

Bernd Schuster de Gider...



Beklenen oldu ve Beşiktaş’ın teknik direktörü Bernd Schuster istifa etti. Sezon başında büyük umutlarla kurulan tarihin en iyi Beşiktaş’ı bu gün en büyük parçasını kaybetti kanımca. Neden mi en büyük? Gutti, Quaresma, Almeida ve Simao gibi yıldızlar babalarının hayrına gelmediler Beşiktaş’a. Tamam para olarak ta Avrupa da kazanacaklarından fazlasını kazanıyorlar ama sadece parayla izah edilemez. Bernd Schuster’ in ismi içinde geldi bu oyuncular.

Şu bir gerçek artık ülkemiz yabancı teknik direktör ve futbolcu çöplüğü haline geldi. Hoş bu durum yerli teknik direktörler için de geçerli. Birçok kulüp sezon içinde iki kez teknik direktör değiştirir oldu. Yani bir sezonda üç teknik direktöre denk geliyor. Bu da Türk futbolunun en büyük sorunu olan istikrarsızlığı körüklüyor.

Dünyadaki birçok başarılı kulübe baktığımız da istikrarı görüyoruz. Ya uzun seneler görevinin başında olan teknik patronlar var ya da omurgası sağlam teknik ekip. Bunların dışında bir sistemleri var ve yeni gelenler (teknik direktöründen futbolcusuna kadar) bu sistemi bozmadan üstüne katarak devam ediyorlar. Biz de ise durum böyle değil maalesef. Yerine gelen hemen her şeyi siliyor ve Amerika’yı tekrar baştan keşfetmeye başlıyor. Bu da yerinde saymayı getiriyor.

Aşağıdaki listede Beşiktaş’ın 2005 yılından bu yana takımın başına geçirdiği isimler veriliyor.

2005–2007 Jean Tigana
2007–2007 Tayfur Havutçu
2007–2008 Ertuğrul Sağlam
2008–2010 Mustafa Denizli
2010–2011 Bernd Schuster
2011- …. Tayfur Havutçu

Görüldüğü gibi 6 sene gibi bir süre içinde 6 tane teknik direktör geçmiş Beşiktaş’ın başına. İki seneyi dolduran teknik direktör yok maalesef. Jean Tigana 2005 yılında başladığı görevine iki senesi dolmadan ikinci yarı ortasında bıraktı. Takımı bu gün ki gibi Tayfur Havutçu sezon sonuna kadar götürdü. Sonra Ertuğrul Sağlam göreve geldi oda ikinci sezonun başlarında takımdan ayrıldı. Yerine Mustafa Denizli geldi. Takımı 2008-2009 sezonunda lig ve kupa şampiyonu yaptı. Buna rağmen sözde sağlık sorunları bahane gösterilip 2009-2010 sezonunun sonunda görevinden ayrıldı. Yerine Bernd Schuster geldi ve hepsinden de kısa süre görev aldı. Oysa sezon başında "Biz hocamızla iki yıllık değil ömürlük imza attık", "Kendisiyle uzun yıllar çalışmak istiyoruz" denmişti.

Verdiğimiz süre boyunca 6 teknik adam geldi geçti ve sayısını bilmediğimiz kadar oyuncu değişti. Tek bir şey değişmedi oda yönetim. Bu gidişatta en çok sorumlu olan yönetim hala görevde ve bence bir süre daha kalacaklar.

Bu gün itibariyle takım yine Tayfur Havutçu ya verildi. Sezon sonuna kadar takımı çalıştıracak. Açıkçası Tayfur’un devam etmesini ve öncelikle Türkiye kupasını kazanmasını isterim. Ama biliyorum ki devam etse de bu ortamda oda fazla duramaz. Büyük ihtimal sezon sonunda yeni teknik direktör gelir ve eski görevine devam eder. Yeni gelen teknik direktör de dönüş biletini iki sene için de alır.

14 Mart 2011 Pazartesi

Güneş İmparatorluğu

Tüm Japon Halkının Başı Sağolsun. Eminim bu asil millet her felaketten sonra olduğu gibi yine güçlü bir şekilde ayağa kalkacaktır.

9 Mart 2011 Çarşamba

Milliyet Yılın Sporcusu Ödülleri 2010

Milliyet Gazetesinin 57. düzenlediği Milliyet Yılın Sporcusu Ödülleri dün akşam yapılan törenle sahiplerine verildi.

Halk oylaması sonucu ödülle layık görünen isimler:
Yılın sporcusu: Nevin Yanıt (Atletizm)
Yılın spor adamı:
Turgay Demirel (Basketbol Federasyonu Başkanı)

Yılın antrenörü:
Bogdan Tanjevic (Eski (A) Milli Basketbol Takımı antrenörü)

Yılın futbolcusu:
Alex De Souza (Fenerbahçe)

Yılın takımı:
(A) Milli Erkek Basketbol Takımı

Namık Sevik Onur Ödülü:
Mehmet Ali Aydınlar

Namık Sevik Ödülü:
İbrahim Yazıcı (Bursaspor Kulübü Başkanı)

Namık Sevik Hizmet Ödülü:
Fenerbahçe Acıbadem Bayan Voleybol Takımı, Nureddin Bulut (Bingöl Köprübaşı Mezrası İmamı-Amatör kümede mücadele eden Kervansaray futbol takımının antrenörü)

Namık Sevik Şükran Ödülü: Enis Fosforoğlu (Tiyatro sanatçısı)
Teşekkür Ödülü:
Bekir Yunus Uçar (Spor Toto Teşkilatı Başkanı), Mehmet Ali Aydınlar

Barcelona 3 - Arsenal 1


FC Barcelona - Arsenal - 3-1 - 08.03.2011 datitoos

Dün akşam çok zevkli bir maç izledik. Esasında izlemeye çalıştık. Maalesef yayıncı kuruluş ulusal kanal yerine ücretli kanal üzerinden yayın yaptı. Ulusal kanalda her zamanki gibi yersiz dizi yayınlandı. Bu akşamda her ne hikmetse Tottenham - Milan maçını yayınlayacak ulusal kanal.

İşte burda bir sorun var. Bu maçlar paralı bir kanalda gösterilecekse neden ulusal kanalda da veriliyor? Eğer ulusalda gösterilecekse paralı kanala neden ücret ödeyeyim? Bu işi bir bilen varsa anlatsın. Konu Yersiz dizi ise de maç yayını ona göre mi ayarlanıyor?

Sonuçta öyle böyle yarım yamalak izlemeye çalıştım maçı gerçekten çok heyecanlı ve güzeldi maç. Umarım Çeyrek Final maçları için bir düzen getirirler.

7 Mart 2011 Pazartesi

Hepimiz Baykuşuz



Bu adam "İnsan"sa ben Baykuşum. Nefretin geldiği son noktada insan oğlu. Yerde can çekişen bir canlıyı gözünü kırpmadan tekmeleyecek boyuta gelmiş. Kolombiya Ligi’nde oynanan Junior FC-Deportivo Pereira maçında, FC-Deportivo Pereira'lu "futbolcu" Luis Moreno adındaki bu cani karşı takımın simgesi diye topun çarptığı yaralı Baykuşu tekmeliyor. Hakem ve diğer futbolcular olayın değşetiyle dona kalmışlar. Herif ise sanki normal bişey yapmış gibi yürüyor gidiyor. Baykuşun ahı tutacaktır elbet. O zaman bakalım kimler onu tekmeleyecek.

Geçen hafta yaşanan bu caniliğe bizim tribünler tepkisiz kalmadılar. Boz Baykuşlar ve Çarşı açtıkları pankartlarla durumu protesto ettiler.

3 Mart 2011 Perşembe

Dipteyiz Sondayız

Daha on sene önce UEFA ve Süper Kupa Şampiyonu bir takımın Avrupa dan uzak geçireceği bir buçuk sene daha var. Emeği geçen herkese TEŞEKKÜRLER....

Transfer sezonunda yapacağımız muhtemel transferlerde bu sayede vasatın altında olacaktır. "Yıldız" tabir ettiğimiz oyuncular Galatasarayı tercih edeceğini sanmıyorum. Hoş bu bir fırsat da olabilir. İyi bir oyuncu taramasıyla genç, yetenekli ve mali açıdan ucuz bir takım kurabiliriz. Buradaki tarama sadece yabancı değil yerli oyuncularıda kapsaması lazım. Felaketler de bazen fırsata dönüşebilir.

(Not: Yukarıdaki fotoğraf, taraftarların oyundan çıkan Ayhanı protesto ettiği an. Ayhan ise formayı öperek taraftara karşılık verdi. Performası kötü olsada hareket anlamında taktir kazandı kanımca. Çünkü yapılacak olumsuz bir hareket taraftarı daha da çileden çıkarabilridi.)

Fotoğraf: NTVSpor.net

1 Mart 2011 Salı

#blogumadokunma





En sonunda bloglara da el attılar. Neymiş biri kaçak yayın yapıyormuş. Yasaklanacak siteler belli değil mi? Bütün blogları engelemek niye? Ayrıca Digitürk bunu yaparak ne kazanacağını sanıyor? Şunu biliyorum ki Digitürk Web Tv abonesi olarak beni kaybettiler.