31 Mayıs 2011 Salı

Dar Alanda Kısa Paslaşmalar (SİNESPOR)


Dar Alanda Kısa Paslaşmalar

Tür:
Dram, Spor
Yönetmen: Serdar Akar
Gösterim tarihi:
19 Ekim 2001
Senaryo: Önder Çakar, Serdar Akar
Yapım:
2000 Türkiye – 100 dak.
Oyuncular: Müjde Ar, Savaş Dinçel, Uğur Polat, Rafet El Roman, Şahnaz Çakıralp, Erkan Can, Sezai Aydın

Şimdiye kadar SineSpor başlığı altında hep yabancı filmlere yer verdiğimi fark ettim. Ayıbımı kapatmak adına bu yazımda yerli bir filme yer vermek istiyorum. Dar alanda kısa paslaşmalar, hem spor hem de dönem filmi olması sebebiyle ayrı bir önem taşıdığını düşünüyorum.


Seksenli yılların başıdır. Ülkeye sıkıyönetim hâkim olmakla beraber değişim rüzgârları da yavaş yavaş esmeye başlamıştır. Bursa’nın eski semtlerinden birinde esnaf ve mahalle sakinleri tarafından kurulmuş olan Esnafspor amatör ligde mücadele etmektedir. Kulübün kurucuları gibi oyuncuları da o mahalledendir. Sarı –Yeşil renklere sahip olan kulüp Brezilya Milli Takımı’nı örnek almaktadır.


Kulübün başkan koltuğunda aynı zamanda mahallenin Fırıncısı olan Hamdi (Sezai Aydın) bulunmaktadır. Takımın kalesini yaşı ilerlemişte olsa futbol tutkusu hiç sönmemiş olan Suat (Erkan Can) korumaktadır. Suat ile birlikte Kıvırcık, Lango, Mercimek, Ateş, Onbaşı, Alağaçlı, Paşa, Boncuk, Selçuk, Niyazi, Turgay, Esnafspor için ter dökmektedirler. Hepsinin tek bir amacı vardır oda Amatör Lig de bir şampiyonluk kazanmaktır. Takımın teknik direktörlüğünü mahalleye nereden geldiği ve kim olduğu bilinmese de mahallenin sevgisini kazanmış olan Hacı (Savaş Dinçel) yapmaktadır. Hacı genel olarak içine kapalı ama mahalleliyle iyi bir iletişimi olan biridir. Hacı’nın en büyük tutkusu ise Aynur (Müjde Ar) isimli hayat kadınıdır. Onunla evlenmek istemekte ama engellerle karşılaşmaktadır.


Kulüp federasyondan gelen haberle heyecanlanmıştır. Bu sezon ligde şampiyon olan takım profesyonelliğe geçecektir. Bu yeni hedef için takıma transfer yapılması gerekmektedir. Bu yeni isim ise yıldızı yeni yeni parlayan santrafor Serkan (Rafet El Roman) dır. Serkan’ın takıma dâhil olması saha içinde başarıyı getirirken saha dışında dengeleri sarsmaya başlayacaktır. Aynı zamanda rakip takımın genç ve zengin başkanı Cem (Uğur Polat) gözünü Esnafspor’a dikmiştir. Takımının profesyonel olma yolunda Esnafspor’u rakip görmekte ve takımı ele geçirmek için elinden geleni yapacaktır.


Öncelikle filmi beğendiğimi söylemek istiyorum. Senaryo olarak çok fazla yenilik getirmese de çizilen insan portreleri gerçek yaşamla örtüşmekte. Bir mahalle takımı etrafında dönen yaşamları seyirciye aktarılırken, usta oyuncularında katkısı gözden kaçmamakta. Film için dönem filmi demiştim yazının başında. Seksen darbesi sonrası dönemde geçen bir film olmasına rağmen darbe ile ilgili çok fazla ayrıntı verilmemekte. Birkaç sahnede askeri araçlardan inen askerler dışında dönemi anımsatan bir sahne yok. Filmin alt yapısı ve vermek istediği mesaj bu dönemi anlatmaya elverişli olsa da es geçilmiş.

Bunun yanında Ülkenin geçirdiği dönüşümün ilk belirtileri güzel işlenmiş. Amatör ruhun yerine profesyonelliğin geçmesi özelinde ülkedeki serbest piyasa ekonomisine geçişi irdeliyor film. Günümüzde belki de rahatsız olduğumuz birçok konu bu dönemin eseri. Film, o dönemin eleştirisini de çok şık biçimde yapıyor.

Geçtiğimiz senelerde kaybettiğimiz usta oyuncu Savaş Dinçel kariyerine yakışır bir performans çıkarmış. Özellikle filmin başında söylediği ve filmin sloganı olan “Hayat futbola benzer fena halde” sözü filmi özetliyor zaten. Erkan Can ve da oyunculuğunu konuşturduğu filmin belki de en zayıf halkası Rafet El Roman. Rafet El Roman’ın canlandırdığı Serkan karakterinin de çok derin işlenmemesi buna sebep olmuş olabilir. Müjde Ar ise kariyeri boyunca benzer karakterleri canlandırdığı için alışılmış bir oyunculuk sergilemiş.

Bu arada filmin sonunda yapılan maçta rakip takımda tanıdık yüzler yer alıyor. Rıdvan Dilmen, Tanju Çolak ve Metin Tekin gibi emektar futbolcular filme renk katmışlar.

Son zamanların en çok tartışma yaratan konusu olan Bill Shankly’nin “Futbol bir oyun değil ölüm kalım meselesidir” sözüne farklı bir açıdan bakabileceğiniz bir film “Dar alanda Kısa Paslaşmalar”. Futbolun sadece futbol olmadığını, oynanan oyun bir mahalle maçı dahi olsa insanların nasıl kenetlendiği veya karşı karşıya geldiğini film boyunca göreceksiniz. Seyretmediyseniz şiddetle tavsiye ederim.

İyi seyirler…


IMDb sayfası için: http://www.imdb.com/title/tt0265144/

26 Mayıs 2011 Perşembe

İstanbul Liverpool Taraftarları Buluşması

Dün gece “İstanbul’daki Liverpool Taraftarları” olarak Taksim’deki Irish Pub da buluştuk. 2005 yıllında İstanbul’da düzenlenen Liverpool - Milan Şampiyonlar Ligi Final maçının 6. yıl dönümünün kutlandığı gece de koyu bir Liverpool taraftarı olan Ali Ece de bizleri yalnız bırakmadı.

Gece de Liverpool - Milan maçı seyredilirken bol bol sohbet etme ve tanışma fırsatı bulduk. Maçın sonucu ne kadar çok bilinse de hala o günkü heyecanla seyrettiğimizi söyleyebilirim. Penaltı atışlarından sonra kazanılan kupa ile o günkü heyecanı tekrar yaşadık ve hep bir ağızdan “You will never walk alone“ marşını (her ne kadar bir şarkı da olsa Liverpool’ular için bir marştır) söyledik.


Buluşmadan bir gün önce Liverpool City Radio ile yapılan telefon görüşmesi ile de organizasyon İngiltere’de de duyulmuş oldu. Kırmızı Beyaz t-shirt ve formalar giyen fanlar Ali Ece’nin de hoş sohbeti ile futbol tarihinin dünü ve yarınının tartışıldığı bir gece yaşanmış oldu.


Emeği geçen tüm arkadaşlara teşekkür ederim. Umarım bu buluşmaların devamı gelir ve daha fazla katılım sağlanır.


İstanbul Liverpool Taraftarları Facebook sayfası
İstanbul Liverpool Taraftarları Blog









24 Mayıs 2011 Salı

2010 - 2011 Sezon Özeti

2010–2011 Spor Toto Süper Ligi Fenerbahçe’nin şampiyonluğuyla sona erdi. Son hafta maçlarının son dakikasına kadar süren yarışta ikinci Trabzonspor olurken, geçen sezonun şampiyonu Bursaspor üçüncü sırada yer aldı. Türkiye Kupasını kazanan Beşiktaş beşincilikle yetinirken, sezonun hayal kırıklığı yaratan takımı Galatasaray son haftalarda aldığı galibiyetlerle sekizinci sırada sezonu kapadı.

Bu sezon için yazacağım yazı öncesi geçen sezon bitiminde yazdığım “Çekirge Kaç Kere Sıçrar…” başlıklı yazıma göz gezdirdim. Bazı tespitlerimin bu sene de değişmediğini gördüm. Demişiz ki son üç senedir üç büyüklerden sadece biri şampiyonluk yarışına katılıyor. Bu sene de değişmedi ve dördüncü sezon oldu. Yani Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray dört sezondur kendi aralarında şampiyonluk yarışına giremiyorlar. Şampiyonluk için Anadolu kulüpleriyle yarışıyorlar.

2007 – 2008 Galatasaray – Sivasspor
2008 – 2009 Beşiktaş – Sivasspor
2009 – 2010 Bursaspor – Fenerbahçe
2010 – 2011 Fenerbahçe – Trabzonspor

Geçen seneki yazıda tespit ettiğim devamlılık konusunu Fenerbahçe iki sene üst üste şampiyonluk yarışını sürdürerek değiştirmiş oldu. Geri kalan iki takım ise isimlerine ve klâslarına yakışmayan bir sezon geçirdi.

Özelikle Galatasaray tarihinin en kötü sezonlarında birini geçirdi ve 3 teknik direktör değiştirerek tarihe geçti. Sezona Frank Rijkaard ile başlayan Galatasaray sırasıyla George Hagi ve Bülent Ünder’i teknik direktörlük görevine getirdi. Ocak ayında yeni stadına geçen Galatasaray maalesef açılışta yaşanan olaylar nedeniyle yönetim katında da sorunlar yaşanmaya başladı. Bunların üstüne Mart ayındaki mali kongrede yönetim idari açıdan ibra edilmeyince yönetim değişikliğine gidildi.

Beşiktaş’ta ise sezon şaşalı transferler ile başladı. Özelikle Bernd Schuster’in teknik direktörlüğe getirilmesi ve Ricardo Quaresma transferi derken Beşiktaş tarihinin en fazla ses getiren transferlerine imza atmış oldu. Fakat sezon başlayıp lig ilerledikçe takımdaki uyumsuzluk nedeniyle istenen başarı bir tür gelmedi ve Bern Schuster’in istifasıyla teknik direktörlüğe Tayfur Havutçu getirildi. Bu kan değişikliği lig de etkili olmasa da Beşiktaş’ın Türkiye Kupasını kazanmasına vesile oldu.

Son şampiyon Bursaspor ise geçen seneki performansından uzak bir performans göndermesine karşın üçüncü olarak Avrupa Ligi’ne katılmaya hak kazandı. Sezon ortasında takımıyla ayrılığın eşiğine gelen Ertuğrul Sağlam 3 yıllık kontrata imza atarak krizi bitirmiş oldu. Beşiktaş ile oynanan ilk maçta çıkan olaylar yüzünden gerilen ilişkiler sezonun ikinci yarısındaki maçın oynanamamasına neden oldu. Bursa da çıkan olaylar yüzünden takımlar stada gelmeden maç iptal edildi ve Bursaspor mağlup ilan edildi.

Ligi İkinci sırada bitiren Trabzonspor ise sezonun ilk yarısına fırtına gibi girdi. Şenol Güneş yönetiminde göze hoş gelen bir futbol oynayan bordo mavililer ligin ilk yarısını ikinci Bursaspor’un 5, Fenerbahçe’nin 9 puan önünde lider bitirdi. Göstergeler Trabzon’un bu sene açık ara şampiyon olacağını gösterirken sezonun ikinci yarısı beklenenin tersi ardı ardına gelen puan kayıplarıyla avantajını kaybetti ve puan farkı eridi. İlerleyen haftalarda toparlanan takım genelde bir olsun bizim olsun zihniyeti futboluyla şampiyonluğu kovaladı. Eskişehir maçında aldığı beraberlikle ikinci sıraya düşen Trabzon son maçta Fener’in olası puan kaybını bekledi ama beklenen olmadı.


Şampiyona gelecek olursak geçen sezon son maçta kaçan şampiyonluğun şokuyla başladılar bu sezona. Daum’un yerine göreve gelen Aykut Kocaman takımda geniş çaplı değişikler yapmak istedi. Özelikle hızlı ve zevkli futbolu Fenerbahçe’ye getirmek için oyun sisteminde de değişikliğe giden Kocaman öncelikli hedefi Alex’in olmadığı bir takımdı. Fakat bu girişimi sezon başında alınan kötü sonuçlar ve Avrupa defterini çok erken kapatmaları sebebiyle rafa kalktı. Türkiye Kupasından da elenen Fener zor günlere doğru ilerlerken belki de imdada devre arası yetişti. Ve bilinen hikaye başladı ikinci yarı oynanan 17 maçta 16 galibiyet bir beraberlik aldı ve mutlu sona ulaştı.


Futbol kalitesi düşük, heyecanı yüksek bir ligi geride bıraktık. Avrupa da Beşiktaş dışında Mart ayını gören takımımız olmadı. Milli takımın 2012 Avrupa Şampiyonası elemelerine iyi bir başlangıç yapmasına rağmen Almanya ve özellikle Azerbaycan yenilgileriyle hedefinden uzaklaşmış oldu. 3 Haziran günü oynanacak Belçika maçı 2012 yolunda önemli bir adım olacak. Yani yine işi zora soktuk. Futbol olarak maalesef pek ileri gidemedik bu sene de.

Sonuç olarak müthiş geri dönüşü için Fenerbahçe’yi, bu şampiyonluktaki büyük payları için Aykut Kocaman ve Alex de Souza’yı tebrik ederim. Trabzonspor’u ve Şenoş Güneş’i de verdikleri mücadele için ayrıca tebrik ederim. Belki şampiyon olamadılar ama şampiyon kadar hak ettiler bu şampiyonluğu.

17 Mayıs 2011 Salı

Bu Sene Kupa Düşürmek Moda Oldu

Geçen ay Real Madrid'li Sergio Ramos’un düşürdüğü Kral Kupası'ndan sonra şimdi de Ajax’ın kalecisi Maarten Stekelenburg da Şampiyonluk Kupasını takım otobüsünün üstünden düşürdü.

Hollanda 1. Futbol Ligi’nde şampiyon olan Ajax, şampiyonluğu şehir turuyla kutlarlarken üstü açık olmamasına rağmen tepe de bulunan acil kaçış kapağından çıkan futbolcular halka kupayı göstermeye başladılar. Bu sırada kupayı eline yeni almış olan kaleci Maarten Stekelenburg yoldaki elektrik tellerini fark etmedi ve kupa tellere takıldı. Tabak misali yuvarlak olan kupa, Kral Kupası’nın akıbetine uğrayarak otobüsün arkasından yere düştü. Tabak biçimde olması sebebiyle yuvarlanarak arkadan gelen otobüsün altına girmekten kurtulan kupa seyircilerin eline geçti.

Dünyadaki gelişmelerin uzağında kalmayı sevmeyen ülkemde haftaya buna benzer bir manzara yaşayacak mıyız merek ediyorum.

14 Mayıs 2011 Cumartesi

Strong Is Beautiful

WTA (Women's Tennis Association), “Strong Is Beautiful” ismini verdiği yeni bir reklam kampanyası başlattı. Kadın tenisinin önde gelen 38 oyuncunun katıldığı reklam kampanyası için çekilen 30 saniyelik videolar geçtiğimiz hafta içi yayınlanmaya başladı.

İki sene boyunca televizyon, yazılı basın ve sosyal medyanın kullanılacağı kampanya da amaç, genç nesle tenisi sevdirmek ve WTA’nın dünya çapındaki bilinirliğini artırmak. Kampanyada kullanılan görseller de, konsepte uygun olarak güç ve güzellik bir araya uyum içinde getirilmiş.


İlerleyen dönemde kampanya ile ilgili birçok proje karşımıza çıkacaktır. Özellikle WTA’nın internet sitesinde İstanbul içinde çalışmalar yapıldığı söyleniyor. Önümüzdeki senenin sezon kapanışının İstanbul da olması turnuva için ayrı bir önem arz ediyor.

WTA’nın YouTube’daki sayfasından izlediğim ilk videolar gerçekten çok estetik. Yayınlanan videolar da oyuncular yaşadıkları baskıyı, kişisel hikâyelerini ve hayallerini anlatmaktalar.

Sugar and Spice


Countries


Strong is Beautiful: Behind the Scenes


Ana Ivanovic: Strong is Beautiful


Serena Williams: Strong is Beautiful


Kim Clijsters: Strong is Beautiful


Victoria Azarenka: Strong is Beautiful


Li Na:Strong is Beautiful


10 Mayıs 2011 Salı

Bob Marley 11.05.1981

Bazı insanların, dünyayı daha yaşanabilir bir yer olması için doğduklarına inanıyorum. Hayatın sıkıcı, yıpratıcı ve yıkıcı koşullarında ayakta kalmak için mücadele ederken bu insanlar sayesinde ayakta kalıyoruz. Onlar bu hayattan göçüp gitseler bile (ki ne hikmetse genç yaşta oluyor bu gidişler) nesiler sonra gelen insanlara ulaşabiliyorlar. İşte bu gün o güzel insanlardan birinin aramızdan ayrılışının yıldönümü.

Bob Marley ile yaşam çizgim sadece 2 sene kesişmiş olsa da şarkıları ve yaşama bakışıyla beni etkilemiştir. Tahmin ediyorum ki ölümünün üzerinden 30 yıl geçtiği bu gün doğan bir bebek bile takriben gelecek 15 yıl içinde Bob Marley dinleyecek ve hayran kalacaktır. Belki de ölümsüzlük böyle bir şey. Bir başka güzel insan olan Barış Manço’nun dediği gibi “İnsan, adı artık anılmadığı zaman ölür”
Reggae müziği dünyaya tanıtan Bob Marley, müzisyenliğinin yanında sıkı bir futbol severdi. Hatta onu aramızdan ayrılmasına neden olan cilt kanserine, bir futbol maçı sonunda yarılan ayak parmağı sebep olmuştur. Kesilmesi gereken ayak başparmağını dini inançları nedeniyle kestirmeyen Bob Marley’in hastalığı ilerleyip diğer organlarına sıçrar. Almanya da tedavi görürken sonun yaklaştığını anlayan Bob Marley son nefesini memleketi Jamaika’da vermek ister. Fakat uçakla doğduğu topraklara gitmekte olan sanatçı yolda ağırlaşır. Uçak Miami’ye acil iniş yapar. Hastaneye kaldırılan Bob Marley kısa bir süre sonra hayatını kaybeder.

Ölürken yanında bulunan oğlu Ziggy Marley’e son sözü ”Para hayatı satın alamaz” olmuştur.


Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi futbolcularından Pele’nin de takımı olan Santos’u tutan Bob Marley için futbol, hayatında müzikten sonra ikinci sırada yer almaktadır. Futbol maçlarını seyrettiği gibi boş zamanlarında da futbol oynardı. Beraber oynayan arkadaşları onun bir top cambazı olduğunu söylemişlerdir. Futbol ile ilgili en ünlü sözü “Futbol özgürlüktür, tüm bir evrendir. Seviyorum çünkü oynaya bilmek için yetenekli olmanız lazım”dır.

Bu güzel insanın futbol topunun peşinde çekilmiş birçok video ve fotoğrafı var. Aşağıdaki ilk video Adidas’ın 1998 dünya kupası için çekmiş olduğu reklam filmine ait. İkinci video ise top peşinde çekilmiş video ve fotoğraflardan oluşuyor. Işıklar içinde uyu Bob Reis…






1 Mayıs 2011 Pazar

AYRTON SENNA 01.05.1994


O uğursuz günün üstünden 17 sene geçmiş. 17 sene önce bugün, Formula 1 tarihinin en iyi pilotlarından (bana göre en iyisi) Ayrton Senna San Marino'daki İmola pistinde geçirdiği kaza sonucu hayatını kaybetti.

Kaza yaptığı sırada arkasından Michael Schumacher'in olması da manidardır kanımca. Onun bıraktığı yerden genç Schumacher bayrağı aldı. Ama bence ne Schumacher nede başka biri Senna'nın bıraktığı boşluğu dolduramadı.



O zamanlar 15 yaşında olan bendeniz ölüm haberini aldığımda sanki ailemden biri ölmüş gibi ağladığımı hatırlıyorum. Her ölüm erken ölümdür ama onun ki çok erkendi.

Bu arada Ayrton Senna'dan bir gün önce yine aynı piste hayatını kaybeden Avusturyalı pilot Roland Ratzenberger'i de anmak istiyorum. Senna, Ratzenberger'in ölümünden sonra tüm pilotları bir araya getirip yarış güvenliği konusuna dikkat çekmişti. Hırslı bir yarışçı olmasına rağmen insan hayatına çok önem verildi. Bu günkü Formula 1 pilotları olağanüstü güvenlik önlemleriyle korunuyorsa bundaki en büyük katkı Senna'dan gelmişti. Kendi hayatını kaybetti ama bir çok hayatı da kurtarmış oldu.

Her zaman en iyi olarak kalacak. Işıklar içinde uyu Ayrton Senna...

Erbatur Ergenekon ve Tayfun Bayburt'un hazırladıkları Ayrton Senna belgeselini paylaşmak istiyorum. İkisinin de ellerine sağlık...