17 Ocak 2010 Pazar

Türkiye’nin Sporu


Spor kelimesini her duyan yurdum insanı bir fikir söyler kendince ve bunu büyük oranda futbolla bağlar. Futboldan da konu Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş’a geçer. Yani ülke olarak sporumuz değil futbolumuz vardır.
Peki, futbolumuz ne durumda? Uluslararası başarılarımız, yetiştirdiğimiz futbolcular veya alt yapımız nasıl? Dünya ve Avrupa üçüncülüğü veya UEFA kupası gibi herkesin bildiği başarılarımız var. Gerçekten de büyük başarılar bunlar ama sizce tekrar etme olasılığı ne kadar?

Başarıyı sonuç odaklı görürsek, bunlar büyük başarılar. Fakat başarı kalıcılıktır. Kalıcılık için de süreç odaklı olmak gerekir. Biz ülke olarak genellikle sonuç odaklı davranırız. Bu tutum her konuda olduğu gibi futbolumuz ve sporumuzda da kendisini gösteriyor. Süreçte yaşananlar önem arz etmemekte, gidilen yol değil gidilen yer önem kazanmaktadır. Peki, gidilecek yere varabiliyor muyuz? Varmadığımız söylenemez ama zor yollardan geçerek sonuca varabiliyoruz ve genelde kalıcı olarak olamıyoruz. Kalıcılık bir sonuç değil süreç meselesidir. Süreçte yaşayacağımız deneyimler bizi bir üst seviyeye taşır. Verimli geçen her süreç istenen sonucu vermediği gibi her sonuçta da verimli geçen bir süreç olmak zorunda değildir. Bu noktada süreç önemini kaybediyor gibi görünüyor. İsteğimiz bir kereliğine, rastgele bir başarı ise sorun yok, bu yolda devam edebiliriz. Fakat devamlı zirvede, en azından yakınlarında olmak istiyorsak esas sürece önem vermemiz gerekir.

Peki, bu kadar süreçten konuşuyorum ama anlatmak istediğim ne? Dünya spor tarihinde belli ekoller vardır. Almanların, İtalyanların, İngilizlerin ve Brezilyalıların futbolda, Birleşik Devletlerin ve Yugoslavların basketboldaki stilleri, Etiyopyalıların uzun mesafe koşusundaki üstünlükleri örnek olabilir bunlara. Bunların tesadüfî ortaya çıktığı söylenemez. Bu ekollerin oluşmasında birçok etken rol oynar. Bu bağlamda bir ülkenin kültüründen tutun da, coğrafyası, eğitim sistemi gibi birçok özellik sayabiliriz. Kendi özelliklerimizi ne kadar biliyoruz, fırsatlarımız ve tehditlerimiz neler? Bir kısmı biliniyor ama iyileştirmek veya geliştirmekle ilgili bir hareket ya yapılmıyor ya da yapılanlar kısıtlı kalıyor. Dört tarafı denizlerle çevrili bir ülkeden Dünya veya Avrupa çapında bir yüzücü çıkmıyor. Ülkenin birçok yerinde kış sporları yapmaya elverişli mekânlar var. Kış oyunlarında da kaç sporcumuz uluslararası müsabakalara katılıyor? Bırakın bu sporları milli sporumuz kabul edilen güreşte veya yıllarca başarı gösterdiğimiz halterde de son olimpiyat oyunlarında sınıfta kaldık. Bu acı tablo bizi hala uyandırmıyor. Spor denildiğinde akla futbol gelen bir ülke olduğumuzu dile getirdim. Orda da kayıpları oynamaktayız bu kadar ilgiye rağmen.

Bu tablo karşısında ne yapmalıyız? Süreci başlatacak ve ileri taşıyacak en önemli olgu spor eğitimi olarak görünüyor. Sporcu olsun, olmasın her bireyin spora olan ilgisini artırmak lâzım. Bunun da en iyi yapılacağı yerler okullardır. Günümüzde boş geçen, sınıf öğretmenlerinin girdiği veya daha önemli görülen başka derslerin beden derslerinin yerini almasını önlemeliyiz. Beden derslerini, branşlarında eğitim görmüş beden öğretmenlerinin yapması en önemli konudur. Çünkü bu insanlar spor aşkını aşılayabilirler öğrencilerine. Çünkü spor aşkını öğrencilerine en çok bu uzmanlar aşılayabilir. Bu sayede yetişen nesil de, spor konusunda temel bilgilere sahip olacaktır kuşkusuz. Sporcuya gereksinim olduğu kadar bilgili bir spor seyircisine de ihtiyaç duyulmaktadır. İzleyiciler, bir atletizm müsabakasında nasıl, bir futbol karşılaşmasında nasıl davranacağını bilmeliler. Sporcuların ise profesyonelleşme sürecinde gözetim altında olmaları gerekmektedir. Küçük yaşlarda yetenekleri keşfedilip bu doğrultuda eğitim almaları, akademik eğitim ile spor eğitiminin birbirlerini olumsuz etkilememesi sağlanmalıdır. Türkiye’nin spor ve sanat alanında gelişememesinde en büyük engel de budur sanırım. Küçük yaştan itibaren çocukların ağır ders ve sınavlarla nefes alamayacak duruma gelmesi ve sosyal olarak gelişememelerine sebep olmasıdır. Eğitim ve öğretimin matematik, fizik veya kimya ile sınırlandırılmasının bize faturası ise ilerde asosyal insan toplulukları olarak varlığımızı sürdürmek olacaktır.
Şu sözü tekrar hatırlayalım. “Futbol asla sadece futbol değildir.” Bunu biraz daha geliştirirsek spor asla sadece spor değildir.” Spor da yaşanan başarılar ve barısızlıklar bir oyunla sınırlı değildir. Sporda yaşanan sorunlar ülkemizde yaşananların minyatür halidir ya da yansımasıdır. Futbol Milli Takımının istikrarsızlığı ülkenin ekonomisine benzemektedir. Bu gibi örnekleri artırabiliriz. Spor konusunun fazla hafife alınmaması ve üzerinde ciddî bir biçimde durulması gerekmektedir.
Sonuç olarak kalıcı başarı için bizim bir süreçten geçmemiz gerekiyor. Bunun için de başta iyi bir spor eğitiminden geçmiş nesiller gerekiyor Bu eğitim sayesinde spor denilince futbolun yanında birçok spor dalı da akla gelecek. Bir basketbol maçının nasıl seyredileceği bilinecek. Spor eğitimin verdiği öz disiplin gelecek nesillerin iş ve özel yaşamlarında da olumlu etkilerini gösterecek. Belki de en önemlisi sağlıklı bedenlerin ve beyinlerin gelişmesinde faydası olacak. İş gücü kayıpları hastalıkların azalmasından dolayı aza inecek. Unutmayalım ki spor hiçbir zaman sadece fizikî bir aktivite değil, hayatın küçük bir simülâsyonudur.


Spor dolu nice günlere…