19 Kasım 2011 Cumartesi

Bir Futbolcudan Daha Fazlası: Alexsandro De Souza

7' den 70' e hepimizin formasına bakmaksızın sevdiği ve saygı duyduğu bir futbol abidesi: ''Alex De Souza.'' Onu sadece futboluyla değerlendirmek haksızlık olur; çünkü o kişiliğiyle de genç kuşaklar için rol model olmayı başarmış birisi...

Futbol hayatının daha emekleme yıllarında futbol ahlakı edinmeyi başarmış bir yıldız Alex. Takım arkadaşları arasındaki eleştirilerin, imalı bakışların, laf atmaların bütün ekibi nasıl olumsuz etkilediğini gözlemlemiş ve bu bilgiyi zamanla içselleştirmiş. Alex, kendisini benzer bir durumun içinde bulduğu zamanarda takım arkadaşlarıyla direk iletişim kurmayı seçerek, kendisine ve karşısındakine beslediği saygıdan taviz vermeden sorunları çözmüş; böylece takım arkadaşlarının ona olan saygısının artmasını sağlamıştır.
Alex bir birey ve bir futbolcu olarak güçlü kişiliğe sahip, ahlaklı bir kişilik. Bunun yanısıra  Alex'in en önemli özelliklerinden biri de futbolu akıl ve zekasıyla birleştiriyor olmasıdır. Futbol filozofu olarak nitelendirebileceğimiz Alex; küçük yaşlarda zayıf fiziğine rağmen, güçlü fizikli arkadaşlarına karşı neler yapabileceğini düşünürmüş, Fiziksel gücü yüksek olmayan De Souza top ayağına geldiği zaman aklını kullanırsa, rakibinin gücünün hiçbir öneminin olmayacağını anlamış. Gerçekten de Alex'i seyrederken rakiplerin gücünü nasıl kırdığını fark edebiliriz. Ondan güçsüz olarak bahsedilen her konuşmaya yaptıklarına bakarak cevap vermek yeterli oluyor. Zekası fiziğinin önünde olan, zekasıyla futbol oynamayı başaran ender futbolculardan biri Alex. Çevik olmasada; futbol zekasıyla, ahlaklı, kişilikli duruşuyla sadece Fenerbahçelilerin değil, tüm Türkiye'nin sevgisini, saygını kazanan, içimizden biri o... Alexsandro De Souza

18 Kasım 2011 Cuma

Doğum günün kutlu olsun Dev Danimarkalı


Futbolda en kritik oyuncu kalecidir. Kalecilik için " 89 dakika muhteşem oynar, bir hatta yapar yuhalanır" cümlesi defalarca kullnılmıştır. Gerçekten çok zor bir mevkiidir. Tüm takımın sorumluluğu kalecilerin omuzlarındadır. 

İşte bu zor mevkinin gelmiş geçmiş en iyilerinden biri olan Peter Schmeichael 18 Kasım 1968 de dünyaya geldi. Danimarka Milli takımında 129, Manchester United'ta 296 maça çıkan Scmeichael'ın kariyerinde bir çok başarı mevcut. 1992 Avrupa Şampiyonu Danimarka'nın kalesi ona emanetti. 1991 yıllında başlayan Manchester kariyeri ise 8 sene sürdü ve kulüpün unutulmazları arasında yerini aldı. Manchester'da 5 Premier Lig, 3 Federasyon Kupası, 4 FA Charity Shield, 1 Şampiyonlar Ligi, 1 UEFA Süper kupa kazandı.


Ülkemiz futbolunda ünlü spiker Ümit Aktan'ın "Değil Schmeichael bütün Maykıllar gelse o golü oradan alamazdı" sözüyle anılan Dev Danimarkalı'nın doğum gününü kutlarız. Seni seyretmek büyük bir zevkti.

Schmeichael'ın kariyerindeki kesitlerin yer aldığı güzel bir klip.




12 Kasım 2011 Cumartesi

Milli Bütünlük

Uzun zamandır aklımdan çıkmayan bir soruyu daha doğrusu sorunu dün akşamki Milli Maçtan (Milli Rezalet) sonra tekrar hatırladım. Milli maça gelen bir seyirci neden kendi tuttuğu takımın formasını giyer?

Dün akşamdan çekilmiş bir fotoğraf.(kaynak: Haber Türk)

Teknik ve taktik açıdan dünkü maçı yorumlayacak bilgiye sahip değilim. Zaten birçok kişi çeşitli mecralar da yazıp çiziyor. Benim derdim sahanın içi değil dışı. Birkaç yıldır Milli maçlarda dikkat ediyorum. Hangi takımın stadında maç yapılıyorsa o takımın renkleriyle süsleniyor stadyum. Dün akşam da sarı kırmızı idi stad. Yarın Fenerbahçe’nin stadın da oynansa maç eminim sarı lacivert olacak. Bu bölünmüşlüğün sebebi nedir araştırmak lazım. 

Milli maç ile ilgili fotoğraflara bakın. Sahadaki 11 kişi dışında kaç kişide Türkiye Milli takım forması var. Forma pahalı alamıyoruz diyorsanız onu geçelim. Kaç kişinin giydikleri kıyafetlerde kırmızı ve beyaz renkler vardı? Kaç kişinin Türkiye atkısı vardı? Ben çok az bir azınlık gördüm açıkçası. 

Bu ayrışmanın bölünmüşlüğün sebebini futbol sahalarının çok dışında olduğunu söyleyebilirim. Futbol günlük hayatımızın bir metaforudur. Günlük hayata yaşadıklarımızın yansımalarını futbolda da görürüz. Ülkemizin içinde bulunduğu bölünmüşlük ve ulus devletinden uzaklaşmamızın sonuçlarıdır bunlar. Artık biz ve başkaları var. Bizden olmayan düşman olarak görüyoruz. 

Bunun sonucu olarak Milli formayı giymiş futbolcuları ıslıklıyoruz. Tamam bu futbolcuların karakterleriyle ilgili sıkıntı olabilir ama eskiden de karakter problemi olan futbolcu yok muydu? Elbette vardı ama bu şekilde bir tepkiyle karşılaşmıyorlardı. Bazı taraftarlar ise bir oyuncuya kafayı takmışlar ve onun saflığıyla alay ediyorlar. Tabii devir uyanık olanın çakalın devri. Saf olana, ruhu olana ne gerek var. 

Şimdi herkesin derdi, İstanbul dışında oynansın maçlar. İstanbul dışındaki şehirlerde durum farklı olurmuş. Bu durum bana Haydarpaşa da trenden inip “İstanbul sen mi büyüksün ben mi? “ diyen adamları hatırlattı. İstanbul dışında taraftarlar sanki bu ülkede yaşamıyor. Kabul etmiyorum ama diyelim onlar bu bölünmüşlükten ve fanatiklikten uzaklar. Peki, kaç şehir futbol maçını dolduracak taraftar kapasitesine sahip. Veya kaçında uluslara arası maç yapabilecek stadyum var. Ben yorumu size bırakıyorum. 

Biz birlik ve beraberlik duygumuzu yitiriyoruz. Ancak başımıza bir felaket gelince bir araya geliyoruz. Ama son depremde ortaya çıkan çatlak sesler bununda yakın zamanda kaybolacağını gösteriyor. 

Brezilyalı taraftarlar. Tek renkler

Sonuç olarak dün akşam bir rezalet yaşadık. Ben sadece tek bir ricam olacak. Arkadaşlar Milli maçlara tutuğumuz kulüp takımının formalarını giyip gitmeyelim. Şehit kanlarıyla sulanmış bayrağımızın rengi olan kırmızı ve beyaz renkleri giyelim. Bir bakın Brezilyalılara, Kamerunlulara veya İngilizlere. Bir tane kulüp takımı forması görecek misiniz? Tribünler bir olmadıktan sonra sahadakilerden birlik beklemek haksızlık olur… 

2 Kasım 2011 Çarşamba

Yeni Bir Başlangıç


İki aya yaklaşıyor son yazımı yayınlayalı. Bu ara medeni durumumdaki değişiklik sebebiyle bir ay olacaktı. Fakat balayı dönüşü başımıza gelen talihsiz kaza sonucu bu süre bir ay daha uzadı.

Şimdi oturup bir şeyler yazmak zamanı. Fakat bir konsantrasyon sorunumu yada verilen uzun aranın fikri dünyam da yaratığı paslanmamı bilemiyorum zorlanıyorum. Ama bir yerden başlamak gerekiyor ve bu yazıda umarım yeni bir başlangıç olur.

Bu yeni dönemde neler yazabilirim diye düşünüyorum birkaç gündür. Malum bu blogdaki yazıların ana konusu spor. Spor ekseninde ülkenin ve dünyanın sorunlarına değindim oldu. Aralara birkaç spor dışı konu da serpiştirdim. Yeni dönemde daha da fazlalaştırmayı planlıyorum açıkçası. Şu anda rafta duran en önemli konu balayımızda gittiğimiz Prag, Viyana ve Budapeşte şehirlerine ait gezi yazıları olacak. Gezi yazılarının içinde oralarda kısa zamanda spor konusunda gözlediğim izlenimlerimi de aktarmak istiyorum.

Bunun dışında benim bu blogda yazmaktan en çok zevk aldığım SineSpor bölümüne de devam edeceğim. Birkaç film şu an yedekte beklemekte. Birkaç tanesi de DVD’ lerin içinde izlenmeyi bekliyor.  Bu yeni dönemde blog’um dışında birkaç platformda daha yazı yazma ihtimalim var. Umarım yazmamamın önündeki engellerle baş edip bir şeyler karalamaya başlarım. Bunun dışında Nisan ayından bu yana Eurosports Türkiye’nin forum’unda moderatör olarak görev alıyorum. Sizleri de bu Forum’a üye olmasını tavsiye ederim. Futbol dışındaki diğer spor dallarının da bulunduğu bu forum sporseverler için yepyeni bir mecra.

Blog dışı en büyük işim de son iki senedir sırtımda kambur olarak taşıdığım yüksek lisans tezim. oOu da artık bir şekilde bitirmem gerekiyor. Yani yapacak çok iş var zaman ise kısıtlı. Umarım kısa zamanda eski performansıma ulaşır hatta geçerim.

Yeniden herkese merhaba…