6 Temmuz 2011 Çarşamba

Lütfen Formalarımızı çıkartalım...

Geçtiğimiz pazar sabahı güzel bir yaz gününe uyandık. Televizyonu açtığımız da ise dışarıdaki güneşli havaya nispet yaparcasına kap kara bulutlarla karşılaştık. Şike soruşturulması kapsamında aralarında üç büyük kulübümüzden birinin başkanın da bulunduğu birçok kişinin tutuklandığı haberini gördük kanallarda. Artık dışarıdaki havanın da bir önemi kalmamıştı. Yine içimizde kasvet rüzgârları esmeye başlamıştı.

Türk futbolu uzun yıllar boyunca şike, teşvik, mafya ve benzeri birçok futbol ve spor kültürü dışı terimle kirletildi. O kadar güvensiz bir yapıya ulaştık ki artık hiçbir şampiyonluk lekesiz olmadı. Her maçın, her golün ve her kararın altında bir çapanoğlu arar olduk. Ama bu iddialar, suçlamalar laftan öteye gitmedi. Gün geldi hakem odaları basıldı, gün geldi karşı takımın kalecisi ayartıldı, gün geldi rakibin rakibine paralar yağdırıldı. Pazar gününe kadar bu konuyla ilgili kılını oynatan olmadı.

Ve bir Pazar sabahı tüm Türkiye’nin gözü önünde ülkenin önde gelen takımlarından birinin başkanı tutuklandı. Ortalık karıştı. Medya dünyası aradığı haberi bulmuştu. Özellikle spor kanalları kesintisiz yayınlar ile olayla ilgili gelişmeleri aktardırlar bizlere. Günümüzün fenomeni sosyal medya da durmadı tabiî ki. Taraftar forumları, facebook, twitter gibi mecralarda yorumlar, haberler ve dedikodular yayıldı.

Şöyle bir göz gezdirdim bütün bu mecralara. Şaşırmadığım tepkiler ve söylemlerle karşılaştım. Bir kısım, bu olayların böyle gelip böyle gittiğini ve şimdi mi aklınız başınıza geldi, zamanında falanca da böyle yapmıştı gibi söylemlerde bulunmaktaydı. Bir kısım ise düşene bir tekme vuralım, aman bu herifler bize az çektirmediler daha geçenlerde ligden düşeceksiniz diye dalga geçiyorlardı. Sıra bize geldi yüklen yüklenebildiğin kadar anlayışındaydılar.

Her iki düşünce şekli de sakat ve bencil düşünceler. Bu düşünce tarzı objektiflikten uzak körü körüne üstlerine giydikleri formalar üzerinden yapılan konuşmalar. Kimse kusura bakmasın ama bu olay futbol sahasının dışına çıkmıştır. Saha içinde yaşadığımız nefreti, çatışmayı veya alaylı dilli burada bırakmalı ve üzerimizdeki formayı çıkarıp kenara koymalıyız.

Neden mi? Olay adli bir olaydır birincisi. Ortada ispatlanmamış bir soruşturma vardır. Soruşturma delillerin toplanması, zanlıların tespitti, ifadelerin alınması yani suçun işlenip işlenmediğinin tespitti için gerekli araştırmanın yapılmasıdır. Deliller toplanıp adli makamlara iletildikten sonra yargı süreci başlayacaktır. Biz ise daha deliler toplanırken kararı verdik. Küme düşsün, şampiyonluk geri alınsın vesaire vesaire..

Peki yarın suç unsuruna rastlanmaz ise (Türkiye de bu aşamaya gelen olaylarda rastlanmaması pek olmuyor) o zaman ne olacak. “Suçu ispatlanana herkes suçsuzdur” bu sözü unutmayalım lütfen.

İkinci neden, unutmayalım ki dünya da değişmeyen tek şey değişimin kendidir. Böyle gelmiş böyle gider zihniyetti, onlarda yaptılar zamanında bahanesi ile bu ülkenin bir yere gitmediği açıktır. Bir insanı veya grubu suçlu ilan edip, yargısız infaz etmek ne kadar ahlak dışıysa, sırf kendi tarafımızda olduğu için kişi ve kuruluşları savunmakta o derece ahlaksızlıktır. Evet artık Türkiye eski Türkiye değil. En azından dokunulmaz denilen birçok kurum ve kişi artık dokunulmaz değil. Ortada suç işlendiğine dair şüpheler bulunmakta ise bu durumda suçlunun bulunması ve cezalandırılması olağandır. Bir suçu ört pas etmek için benzer olaylar örnek gösterilemez. Evet zamanında yapılmadı değil, ama spor da şiddet yasası bundan 3 ay önce meclisten geçti ve yasalaştı. Hukukçu değilim ama bildiğim kadarıyla yasalar geriye dönük işlememektedir.

Böyle geldi böyle gitsin zihniyeti ise ahlaksıza sebebiyetin uç noktası. Bu ülkede insanlar yan yanayı bırakın artık aynı stada giremez oldular. Hatta onu geçtik bu seneki örneğini de gördük aynı şehirde bile olamadılar. Kendinden olmayanı dışlama ve şiddet kullanma durumuna gelindi. Yeteri derece de olmayan ya da yanlış verilen cezalar oldu da bu ortama çanak tuttu.

Adalet var ise hepimiz için var olduğunu bilelim. Adalet sadece mağdur olan için değil suçlu içinde gereklidir...

Gelelim formamızı çıkardıktan sonraki duruma. Açıkçası birçok komplo teorisi var ortalıkta dolaşan. Benim açıkçası rahatsız eden ve aklımı kurcalayan noktalar siyasi. Son üç dört senedir ülkemizde yaşanan ve belli başlı değerlere yönelen saldırılarda sıra futbol kulüplerine mi geldi?

O zaman İstanbul’un üç güzide takımı taraftarları da aynı oranda endişelenmeli.(Ben endişeleniyorum.) Yarın bizim kulübün kapsının bir bahane ile çalınmayacağının garantisi yok maalesef. Olaylara birde bu açıdan bakmamız gerekmekte.

Yazının üst kısmıyla da ters düşmek istemem. Suç gerçekleştiyse tabii ki cezalar çekilmeli. Takım bazında düşündüklerimizi siyasi boyuta da taşımak zorundayız. Objektif yaklaşımımızı olabildiğince korumalıyız.

Türk futbolu çok hassas bir dönemden geçiyor. Bu gemi batarsa hep beraber batacaktır. Geminin yüzmesi için ise A dan Z ye hepimizin temizlenmesi gerekmektedir. Ve unutmayalım bir takımın küme düşmesi diğerlerinin değerini de düşürecektir. Üç büyüklerden birinin olmadığı ligin “Süper” olması beklenemez.

Umarım adalet en kısa zamanda tecelli eder ve tertemiz bir lige kavuşuruz…

3 Temmuz 2011 Pazar

SENNA (SİNESPOR)

SENNA

Tür: Belgesel, Spor, Biyografi

Yönetmen: Asif Kapadia

Gösterim tarihi: 2010

Senaryo: Manish Pandey

Yapım: 2010 ABD, Fransa, İngiltere – 106 dak.

Oyuncular: Ayrton Senna, Alain Prost, Ron Dennis, John Bisignano, Reginaldo Leme, Viviane Senna, Milton da Silva, Richard Williams

Tarih boyunca birçok insanoğlu bu dünyaya uğradı, yaşadı ve göçtü gitti. Bunlardan pek azı ismini bir yerlere kazımayı başardı. Kimisinin ismi fethettiği şehre, bulduğu matematik formülüne, bir icada veya keşfettiği kıtaya verildi. Bu insanların ortak noktaları insanlık tarihi devam ettikçe hatırlanacak olmalarıdır. Bazıları kötü şöhretleriyle bazıları ise yaptıkları iyilikler ile anılacaklar.

İnsanlık tarihi kadar eski olsa da son yüz yıl içinde hızlı bir gelişim gösteren spor, kendi tarihini yazmakta artık. Tarihin olduğu bir yerde efsanenin olmaması mümkün değildir. Spor tarihinde birçok sporcu gelip geçse de, bunların çok azı efsane konumuna yükselmişlerdir. Tarihi efsanelerin aksine çoğu yaşarken efsane olmuşlardı. Bazıları hali hazırda yaşamaktadır, hatta orta yaşlarını sürdürmekte olanlar çoğunluktadır.

Maalesef genç yaşta bu dünyadan göçenlerde olmuştur. Birçoğu arkalarında gözü yaşlı hayranlar ve güzel anılar bıraktılar. Benim için bu efsane sporcuların en önde geleni, henüz 34 yaşında hayatını kaybeden Aytron Senna’dır.

Formula 1 tarihinin en başarılı pilotlarından tam adıyla Ayrton Senna da Silva 1 Mayıs 1994 yılında Imola Grand Prix’n de hayatını kaybetti. Bu seneki ölüm yıl dönümün de kendisiyle ilgili yazdığım kısa yazıyı buradan okuyabilirsiniz.

Kısa zaman içinde ikinci bir Ayrton Senna yazısı yazmamın sebebi ise gösterime 2010 yıllında giren ve efsane pilotun 10 yıllık Formula 1 kariyerini anlatan “SENNA” isimli biyografik belgesel.

Film Senna’nın kartingden Formula 1’e geçtiği 1984 den başlayarak hayatını kaybettiği 1994 yıllına kadar ki dönemi anlatmakta. Film daha önce yayınlanmamış görüntüler, ses kayıtları ve dönemin tanıklarıyla yapılan röportajların bir araya getirilip, Senna’nın kariyer öyküsü çerçevesinde kurgulanmasıyla ortaya çıkmış. Belgesel film sevmeyen birinin bile çok rahatlıkla takip edeceği film de senaryo o kadar iyi kurgulanmış ki, belgesel bir filmden ziyade sinema filmi seyrediyormuş hissi uyandırıyor. “SENNA”, Sundance Film Festivali’nde “Dünya Sineması Seyirci Ödüllü - En İyi Belgesel” dalında ödülle layık bulundu Yönetmen koltuğunda oturan Hint asılı İngiliz Asif Kapadia gayet başarılı bir işe imza atmış.

Ayrton Senna’nın kariyerinden kesitler izler iken Formula 1 dünyasının önemli isimleri de ünlü yarışçının hayatıyla ilgili bilinmeyenleri paylaşıyor seyirciyle. Özellikle Alain Prost’la olan çekişmesine geniş yer verilmiş. Bu çekişme sırasında yaşanan olaylar o dönemde kayıta alınmış görüntülerden oluşuyor. O günlerde yaşanan politik çekişmelerin nasıl spor dünyasına yansıdığına şahit oluyoruz. Dönemin FIA Başkanı Jean-Marie Balestre’nın vatandaşı olan (Fransız) Alain Prost’u kayırmasına şahit oluyoruz. Açıkçası seyrederken içimden epeyce sövdüğümü söyleyebilirim.

Belgesel için çekilen röportajlar da şu isimler yer almakta; McLaren takımının patronu olan Ron Dennis, The Guardian yazarlarından Richard Williams, Formula 1 yazarlarından John Bisignano, Reginaldo Leme ve ezeli rakibi Alain Prost.

Özellikle filmin son bölümünde John Bisignano’nun Senna ile ilgili sözlerinden etkilenmemek elde değil.

- Ayrton'u çocuklarıyla görmeyi çok isterdim.

- Öyle bir televizyon haberini düşünebiliyor musunuz peki?

- Ayrton Senna, kanserle 50 yıllık çetin mücadelesinin ardından hayatını kaybetti."

- Bilmiyorum işte.

- Şairane ve insafsız bir açıdan bakacak olursak yarışırken ölmesi belki de iyi oldu.

İnsanı etkileyen sahnelerden biri ise ölümünden dakikalar önce arabasının içinde düşüncelere dalmış olan Ayrton Senna’nın görüntüleriydi. Gözlerindeki endişe biraz sonra yaşanacak facianın habercisi gibi.

Belgeseli izlerken Ayrton Senna’nın yarış kariyeri dışında insan olarak sergilediği mütevazılık, tanrıya olan inancı ve ülkesi Brezilya için ne anlama geldiğini de göreceksiniz. Ünlü pilotun pistte verdiği mücadelenin yanında pist dışındaki psikolojik savaşı da seyirciye çok güzel yansıtılıyor.

Peki neden Ayrton Senna belgeseli?

Formula 1 tarihinde birçok iyi pilot bulunmakta. Senna’dan daha fazla şampiyonluk yaşayan isimler var mutlaka. Ölümünün üstünden 17 yıl geçmesine rağmen hala Aytron Senna ünü sadece Formula 1 camiası ile sınırlı değildir. Milyonlarca izleyicinin gözleri önünde trajik bir biçimde hayatını kaybetmesi miydi onu efsane yapan? Bu soruya kısmen evet diyebiliriz. Ama son nefesini pistte vermesinin etkisi olsa da tek neden bu değil. Onu efsane yapan sürüş tekniği, rekabetçiliği, mütevazı kişiliği ve benzeri birçok özelliğiydi. Belki de son döneminde gelişen teknolojinin azalttığı insan faktörünün temsilcisiydi. Kendi aracından daha üstün Teknolojiye sahip araçlarla yaptığı mücadele onu yüceltti. Ve pilotaj hatasından ziyade bir mekanik yani teknoloji hatası yüzünden hayatını kaybetti maalesef.

Onun ölümünden sonra Formula 1 dünyasında pilotların karıştığı ölümlü bir kaza olmadı. Güvenlik önlemleri onun sayesinde o kadar yükseldi ki paramparça olan otomobilden burnu bile kanamadan çıkıyor pilotlar. Kaç insan vardır hem yaşamı hem de ölümüyle arkasından gelenlere örnek olan?

Hiç şüphesiz Formula 1 tarihin en büyük pilotu sayılan Michael Schumacher den sonra onun ismi aklımıza gelecektir. Zaten hayatını kaybettiği kaza sırasında arkasından gelen araçta Schumacher vardı. Sanki Tamburello virajında bir bayrak devir teslim töreni yapılmıştı. Schumacher devir aldığı bayrağı zirveye çıkarmayı başardı. Ama yinede Senna efsanesinin pırıltısı karşısında onun efsaneliği sönük kalacaktır. Çünkü Senna efsaneler üstü bir karakter olarak aklımızın bir köşesinde kalacaktır.

Senna’yı henüz tanımayan biriyseniz de bence filmi izleyerek hayran olmaya başlayabilirsiniz. İyi Seyirler…

İMDB sayfası için: http://www.imdb.com/title/tt1424432/