13 Ağustos 2011 Cumartesi

Futbolu bulan adamın adı ''Futbol'' muydu?

Şimdi sorsam size: en çok sevilen spor dalı hangisi diye, hiç düşünmeden futbol cevabını vereceksiniz bana. Evet, bence de futbol aşkı diğer spor dallarının biraz daha üstünde gibi. Peki, sormak istiyorum nasıl doğdu futbol denilen, herkesin sevgisini kazanan bu oyun? Kim icat etti bu futbolu? Futbolu bulan adamın adı futbol muydu, tabii ki değildi ama olsada hiç şaşırmazdım…



Futbolun çok yakın bir zaman diliminde oynandığını düşünüyorsanız, yanıldığınızı söylemek zorundayım; Çünkü futbol M. Ö.2500’lü yıllara kadar uzanan bir geçmişe sahip. İki mızrakla kale yapan Çinli kardeşlerimiz, kağıttan önceki en önemli buluşlarını icat ederek futbola benzeyen bir oyun bularak futbol ateşini yakmışlardı. Tabi bu ateş zamanla diğer ülkelere de sıçramış ve M.S. 4. yüzyılda Yunanistan ve Roma’da da topa tekme atarak onu bir hedefe taşımayı gerektiren bir spor yaygınlaşmaya başlamış. Hatta bazı kaynaklarda mezarlıklar üzerinde top oynayan kişilerin kabarmaları olduğundan bile bahsedilmekte. Tabi unutmadan Türk tarihine futbol kelimesini yazıp ararsak karşımıza ‘’tepük ‘’kelimesi çıkacaktır. Kaşgarlı Mahmut Divânu Lügati't-Türk kitabında Türklerin eskiden tepük adı verilen futbola benzer bir oyun oynadıklarını yazmıştır. Tepük oyunu, tepmek, tekmelemek fiilinden gelmektedir. Anlayacağınız biz Türkler futbolu oynamakta çokta geç kalmış sayılmayız…


Futbolun küresel düzeyde bu kadar çok sevilen bir oyun olmasının sebebi belki de her kültürde bir şekilde yer almayı başarmış olmasındandır. İnsan, Çinlilerin mızraklardan kurduğu kaleyi duyunca, çocukluğunda iki taş bulduk mu kale yapıp futbol oynadığımız zamanları hatırlıyor. İnsanlar değişselerde futbol sevgisi değişmiyor…

Kaynak :http://www.spordan.net/futbolun-tarihcesi.html

UNİTED (SİNESPOR)



UNİTED

Tür: Spor, Dram, Tarih

Yönetmen: James Strong

Gösterim tarihi: 2011


Yapım: 2011 İngiltere – 90 dak.


Hayat insanoğluna her zaman iyi yüzünü göstermiyor. Her şeyin yolunda gittiği bir hayat, saliseler içinde değişebiliyor. Mutluluklarımızın yerini bir anda sonsuz kederler alabiliyor. Hayat acımasız yüzü olan ölüm’ü bizlere unutturmamak için elinden geleni yapıyor ve ölümün olduğu yerde daha ciddi bir şeyin olmadığını bizlere defalarca gösteriyor.

6 Şubat 1958’de hayatın acımasız yüzünü bizlere gösterdiği bir gün olarak tarih sayfalarına geçmiştir. O gün Manchester United tarihinin en başarılı kadrolarından birini taşıyan uçak Münih Havalimanı’nda kötü hava koşuları ve teknik arıza sonucu kalkış yapamayarak düştü. 8’i Manchester United futbolcusu olmak üzere 23 kişi hayatını kaybetti.

Manchester United tarihinin en şah şaşalı günlerini yaşamaktaydı. Matt Busby yönetiminde başarıdan başarıya koşan takım futbol severlerin dikkatini çekmektedir. Dönemin takımlarına göre çok genç olan kadrosuyla şampiyonluklar yaşayan takımın bir de lakabı vardır “Busby Babes”.

Genç yaşları nedeniyle “Busby’nin Bebekleri” lakabıyla anılan takım kendi ligi dışında da başarılar yaşamaya başlamış ve Şampiyon Kulüpler Kupasında (şimdiki Şampiyonlar Ligi) çeyrek finale yükselmiş ve Yugoslavya’nın Kızıl Yıldız takımıyla eşleşmiştir. İlk maçı evinde 2-1 kazanan “Busby Babes” ikinci maç için Belgrad’a gitmiş ve o maçta aldığı 3-3 beraberlikle yarı final de AC Milan’ın rakibi olmuştu. İşte zirveye doğru tırmanan takımın çoğu oyuncu ve antrenörü eve dönüş yolunda bindikleri uçağın düşmesiyle hayatlarını kaybettiler.

BBC yapımı olan United filmi, bu trajik hikâyeyi beyaz perdeye taşıyarak bu kahramanları hatırlamamızı sağlıyor. Film bu trajik hikayeyi bizlere aktarmasının yanında efsane oyuncu Sir Bobby Chalton’nın (Jack O’Connell) kariyerinin ilk yıllarına ışık tutuyor. Onun kaza öncesi, sırası ve sonrasında yaşadıklarını yansıtmakta. Bobby Chalton’ın yanında pek az kişinin ismini ve yaptıklarını bildiği Jimmy Murphy’i de (David Tennant) tanıma fırsatı buluyoruz. Ülkemizde Doctor Who dizisindeki The Doctor rolüyle tanınan David Tennant oyunculuk performansı ile filmi sırtlamakta. Özellikler Chalton ile Murpy’nin karşılıklı oynadıkları sahneler filmin en can alıcı noktalarını oluşturmakta. Jimmy Murphy kaza sonrası takımın toparlanmasındaki rollünün ne kadar önemli olduğunu film de göreceksiniz.

Bu ikiliye ek olarak efsane menajer Matt Busby’i (Dougray Scott) de filmin öne çıkan karakterlerinden biri. Özellikle filmin başında Lig Temsilci ile yaptığı görüşmedeki sözleri, günümüzde de yaşanan futbol’u yönetmeye çalışan beceriksiz yöneticilere bir cevap niteliğinde. Zaten filmde kazanın baş sorumlusu olarak İngiltere Lig temsilcisini gösterilmekte. Takımı riskli bir yolculuğa zorlamak ile suçlanıyor. Ayrıca bu kaza göstermiş olduğu kahramanlıkla birçok insanı paramparça olmuş uçaktan çıkaran Manchester United kalecisi Harry Gregg’i de (Ben Peel) tanımış oluyoruz. Bu isimlerin yanında kazadan 15 gün sonra hayatını kaybeden Duncan Edwards’ın (Sam Claflin) filmin öne çıkan karakterlerinden biri oluyor.

Film futbolu konu almış olsa da maç görüntülerine yer verilmemiş. Yönetmen, maçları seyircilerin hayal gücüne bırakmak istemiş olabilir. Oyuncu seçimlerinde belirgin bir başarı yakalayan film, senaryo ve görsel yönden de övgüyü hak etmekte. BBC’nin geçtiğimiz yıl yapımcılığını üstlendiği The Damned United ile başlayıp United ile devam eden belgesel tadındaki futbol konulu filmlerin devamının gelmesini diliyorum. Futbol’un 22 bağrı çıplak adamın bir top peşinde koşmasından ibaret olmadığı, hayat kadar gerçek, güzel ve acı olduğunu gösteren United filmini şiddetle tavsiye ediyorum.

Kazada hayatını kaybeden futbolcular ve teknik ekip: Geoff Bent, Roger Byrne, Eddie Colman, Duncan Edwards, Mark Jones, David Pegg, Tommy Taylor, Billy Whelan, Walter Crickmer (Kulüp Sekreteri), Tom Curry (Çalıştırıcı), Bert Whalley (Baş antrenör)

İyi seyirler…


11 Ağustos 2011 Perşembe

Boğaların Ülkesinde Bir Aslan

Bir senedir süre giden tartışmalar en sonunda sona erdi ve Arda yuvadan ayrılıp Atletico Madridli oldu. Galatasaray alt yapısında başladığı futbolculuk kariyeri bu sezon Avrupa’nın en iyi liglerinden biri olan La Liga da devam edecek. Tabii gidecek mi kalacak mı tartışması biterken yep yeni bir tartışma konusu ortaya çıktı. Başarılı olacak mı, olamayacak mı?

Bu sorunun cevabını bu günden vermek çok da doğru olamaz. Medya dan aldığım bilgilere göre kafasında kariyer planını yapmış durumda Arda. Atletico Madrid’ i bir basamak olarak gördüğü ve buradan Barcelona veya Madrid’e transfer olmak istediği konuşulmakta. Türkiye de kalması durumunda hiçbir zaman hedeflerine ulaşamayacağını belirtmiş yıldız futbolcu. Bu kısım gerçekten doğru. “Edirne’ den sonra…” ile başlayan deyim “Süper Ligi kim tanır?” ile tamamlana bilir.

Sonuçta Avrupa’nın beli başlı ligleri diğer ülkelerde de seyrediliyor. Bizim ligimiz gibi ligler yurt dışında her hangi bir televizyon kanalından izlendiğini duymadım. (Almanya gibi ülkelerde yaşayan gurbetçiler dışında) Mesut ve Nuri gibi Bundesliga da oynayan oyuncular bu konuda ülkemizdekilerden şanslı. Avrupa da birçok televizyon onların maçlarını veriyor. O maçları seyreden teknik ekipler, yöneticiler ve taraftarlar bu futbolcuları tanıyorlar. Arda’ya gelirsek bu sene Milli maçlar dışında ülke dışına çıkamayacak. Kendini gösterecek fırsatı olmayacak bile.


Arda bence kararını doğru verdi ama duygusal nedenler yüzünden gecikti. Galatasaraylılığından bir dakika bile şüphe duymamaktayım. Özellikle Fatih Terim’in Galatasaray’ın başına gelmesi ile takımda kalmayı düşündü. Ama bir yerlerde hayalleri onu rahatsız ediyordu. Sadece hayalleri mi? Hayır tabii ki onu bu ülkeden soğutan insanlarda oldu. Sevgilisi ile olan ilişkisinin en mahrem yerlerine kadar giren “Kasık Bilimciler” (Ali Ece bu adamlara “Kasık Bilimciler” demekte) Arda’yı defalarca çileden çıkardı maalesef. Adnan Polat’ın başkanlığı döneminde takıma idol yaratma, yeni Metin Oktay oluşturma çabasının da kurbanı oldu tabii. Çok genç yaşta henüz takımın sorumluluğunu alamayacakken kaptanlık verildi. Sahada özgürce oynamak dururken koca bir camia’nın sorumluluğu üstüne bindi. Arda’yı bir 66 numara ile birde 10 numaralı formayla izleyin aradaki farkı göreceksiniz. Çok büyük fark var arada.


Şimdi hayatında yep yeni bir beyaz bir sayfa açmakta. Madrid’e futbolu tekrar oynamak üzere gidecek. Umarım başarılı olur ve beş altı sene sonra tecrübeli bir futbolcu olarak gelip Galatasaray kaptanlığını geri alıp kendine en çok yakışan forma ile futbolculuk kariyerine son verir. Yolun açık olsun 66 numara….



10 Ağustos 2011 Çarşamba

''Türk'ün Tenisle İmtihanı''

Söylemesi kolay bir cümle: Dünyadaki ilk 100 tenisçi arasına girebilmek... Marsel İlhan ve İpek Şenoğlu'ndan bahsediyorum. Bu 2 sporcumuzun tenisteki başarılarını hala benimseyemedik. Tenis dünyasında 2 Türk'ün zirveye oynamaya başlaması bizim inanacağımız tarzdan bir şey değil galiba. Kendi becerilerimizi o kadar çok küçümsüyoruz ki Wimbledon' da bir Türk'ün oynaması peri masalı gibi geliyor bize. Rafael Nadal, Roger Federer veya Maria Sharapova'yı izlemeyeniniz yoktur; fakat sıra bizimkilere gelince izlenme oranları biraz daha düşüyor gibi. Biz izlemesekte dünya bizim tenisçilerimizi izliyor, tanıyor ve değer veriyor. Her tenisçinin maç yapmak için can attığı Roger Federer'in Marsel'le tanışmak için odasına gelmesi bu değerin kanıtıdır. Kendi ülkesinde tanınmayıp, yurt dışında tanınmak denkleminin bir açıklaması varsa, o da ilgisizliktir. Maalesef bizde futbol dışındaki sporlar fazla rağbet görmemekle birlikte, birincilik hariç her mevki başarısızlık olarak kabul görmekte.


İpek Şenoğlu'nun 12 yaşında Wimbledon'da oynama hayaline çevresindekilerin gülmesi çokta şaşırtıcı gelmiyordur size.. Durum böyleyken Türkiye'de dışarıya çıkıp Marsel kimdir diye sorsanız, yabancı bir boksördür cevabı alırsanız sakın şaşırmayın, çünkü hala gözlerimiz kendi değerlerimizi görmekte zorluk çekiyor. Yakın bir zamanda bu 2 sporcumuzu teniz dünyasında daha üst sıralarda göreceğimizden eminim. Galiba onlar daha üst basamaklara çıktıkça ülkemizde de tanınacak ve emekleme aşamasında olan Türk tenisi, yeni yetişecek genç tenisçilerle büyümeye aşamasına geçecektir.


Kaynak: http://www.sporlog.com/yazi/federerin-onurlandirdigi-adam-atp-96si-marsel-ilhan-ve-dahasi/- http://www.ipeksenoglu.com/