27 Nisan 2011 Çarşamba

Cool Runnings - Üşütük Popolar (SİNESPOR)


Cool Runnings (Üşütük Popolar)

Tür: Komedi, Macera, Spor
Yönetmen: Jon Turteltaub
Gösterim tarihi: 2010
Senaryo: Lynn Siefert, Michael Ritchie,
Yapım: 1993 ABD – 98 dak.
Oyuncular: John Candy, Leon, Doug E. Doug, Rawle D. Lewis, Malik Yoba

Bu yazımda sizlerle tanıtmak istediğim film Cool Runnings. Bizim hayal gücü yüksek film çevirmenlerinin verdiği ismiyle Üşütük Popolar. Film 1988 yılında Kanada’nın Calgary şehrinde düzenlenen kış olimpiyat oyunlarına katılan Jamaika Bobsled Takımının başından geçen olayları anlatmaktadır.

Ülkemizde Eurosport sayesinde tanıdığınızı düşündüğüm Bobsled’i kısaca tanıtayım öncelikle. Kış sporları arasında önemli bir yer tutan Bobsled, çelik ray ve aerodinamik gövdeye sahip olan 2 veya 4 kişinin kullandığı bir tür kızakla yapılmaktadır. Aracın yol aldığı pist kanal biçiminde, buz zemine sahip, dar ve eğimli bir parkurdan oluşmaktadır. Günümüz de pist uzunlukları 1200 mt. ile 1300 mt. arasında değişmektedir. Aracın hızı 120 km/saat’e kadar çıkabilmektedir. Yarışmacılar aracı pistin başında insan gücü ile iterek hızlandırırlar. 50 metre ye kadar itmeye devam eden yarışmacılar daha sonra araca binerler. 1870 den beri yapılan bu spor dallında İsviçre, Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri başarı sıralamasında önde gelen ülkelerdir.

Filme ve konusuna geri dönecek olursak, anlaşılacağı gibi kışın hakim olduğu ve hayatın bir parçası olan ülkelerin başarılı olduğu ve madalyalara ipotek koyduğu bir daldır Bobsled. Jamaika ise güneşin, denizin, Reggae’nin ve tabiî ki Bob Marley Reisin ülkesidir. Atletizmin (örnek Usain Bolt) ön planda olduğu ülke de futbol da ilgi duyulan diğer bir spor dalıdır. Cool Runnings, kış sporları ile yakından uzaktan alakası olmayan Jamaika da birkaç çılgın sporcunun Kış olimpiyatlarına katılma fikri ile ortaya çıkan Jamaika Bobsled Takımının gerçek yaşamdan uyarlanan hikayesini anlatmaktadır.


Derice Bannock (Leon) Olimpiyat şampiyonu babasının yolundan giden ve hayatındaki en büyük hedefi Olimpiyatlara katılmak olan bir atlettir. Yaz Olimpiyat oyunları seçmelerine katılan Derice, seçmeleri geçeceğinden emindir. 100 metre yarışında piste çıktığında hemen yanında zengin bir ailenin kendini ispatlama peşinde koşan ezik çocuğu Junior Bevil (Rawle D. Lewis) bulunmaktadır. Junior’un yanında ise bu fakir ülkeden kurtulmayı ve zengin olmayı hedefleyen hırslı atlet Yul Brenner (Malik Yoba) bulunmaktadır. Üçlü bu yarışın kaderlerini birleştireceğini bilmeden başlangıç çizgisinde yerlerini almışlardı. Yarış başlar ve üçlü birbirine yakın şekilde önde koşmaya başlarlar. Birden tökezleyen Junior kendi ile birlikte Derice ve Yul’u yere düşürür. Toz toprak içinde kalan üçlü yerden kalkarken hayalleri de uçup gitmiştir.

Büyük hayal kırıklığına uğrayan Derice babasının da arkadaşı olan Jamaika Olimpiyat Komitesi başkanının ofisine gider ve sonuca itiraz eder. Ama yapılacak bir şey yoktur. Odadan çıkarken babasının bir fotoğrafına gözü takılır. Fotoğrafta yanında duran kişinin babasını o zamanlar Bobsled isimli sporu yapması için ikna etmeye çalışan Irv (John Candy) isimli eski bir Bobsled sporcusudur. Derice’in kafasında bir ışık yanar. Önce yakın dostu Sanka Coffie’yi (Doug E. Doug) ikna eden Derice sonra da Irv’i bulur ve zorlu bir ikna turundan sonra başarılı olur. Ardından yapılan seçmelerde kaderin bir cilvesi takıma Junior ve Yul katılır.


Kış Olimpiyatlarına az bir zaman kalmıştır. Hazırlıklar hızlı bir şekilde başlamalı, hayatlarında bir kere bile yapmadıkları bu spor dalını öğrenmeleri ve gerekli parayı bulmaları gerekmektedir. Önlerinde aşmaları gereken sadece sıkı antrenmanlar veya ekonomik sıkıntılar değil ayrıca onlara inanmayan ve dalga geçen insanlarda vardı.

Spor konulu filmlerde sıklıkla karşımıza çıkan bir azim hikâyesi ile karşılaşıyoruz filmde. Komedi filmi olmasından ötürü derin karakter analizlerinin mevcut değil. Ama bu bir eksiklik olarak görünmemeli kanımca. Oyunculuklar bireysel olarak üst düzey olmasa da bütüne bakıldığında iyi diyebilirim. 80’li ve 90’lı yılların en başarılı komedyenlerinden John Candy kariyerine yakışır bir performans sergilemiş. Maalesef aktör bu filmden 1 yıl sonra genç yaşta geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. (4 Mart 1994)


Filmde Derice Bannock rolünü üstlenen aktör Leon’u ise Madonna’nın zamanında olay yaratan Like a Prayer parçasının klipin de zenci İsa’yı canlandırdığınıda not olarak vermek isterim.


Cool Runnings, bir komedi filmi olmasının yanında bizlere Bobsled sporuyla tanıştırıyor ve yokluklar içinde dahi nelerin başarılabileceğini de gösteriyor. Sıklıkla tekrarlıyorum ama bu başarı film de değil gerçek hayata başarılmıştır. Yalnız kış oyunlarıyla değil kışla bile alakası olmayan, ekonomik koşulları ağır bir ülkede bu sporu yapmak isteyen ve başarılı olan insanlar var. Ülkemiz kış sporlarına elverişli olmasına rağmen maalesef bu spor hala ülkemizde yapılamamaktadır.


Türkiye Kızak Federasyonu resmi sitesinde konuyla ilgili çalışmaların başladığı haberini buldum. (ilgili haber)Umarım kısa süre içinde ülkemizi temsilen bir Bobsled takımı kurulur. Gövdesini ay yıldızın kapladığı kızağı Olimpiyatlarda görürüz, kim bilir bizim takımla ilgili bir film bile çevrilir. Son olarak ise 90'lı yıllarda popüler olan sokak basketbolu turnuvalarından birini kazanan, arkadaşlarımın da oynadığı takımın ismi de Üşütük Popolardı. Filmden esinlenerek takıma bu ismi koymuşlardı.

İyi Seyirler…

Detaylı Bilgi: http://www.imdb.com/title/tt0106611/?licb=0.027935835729981928


Not: 1988 Kış Olimpiyatlarında yarışan gerçek Jamaika Bobsled Takımının görüntüleri. Filmin sonunu bilmeyenler için seyredilmesi tavsiye edilmez :)


22 Nisan 2011 Cuma

Görmemişin Kupası Olmuş...



Real Madrid 18 yıl aradan sonra Kral Kupası'nı Barcelona'yı yenerek müzesine götürdü. Daha doğrusu kupayı kazandı ama müzeye götüremedi. Galibiyeti, iki katlı üstü açık otobüste kutlarlarken aşağıya düşürdüler. Kupa aşağı düşmekle kalmadı birde otobüs üzerinden geçti. Sergio Ramos'un elinden düşen kupa haliyle bu darbelere dayanamadı ve kırıldı.

Sergio Ramos resmi Twitter hesabından, "Kupa faciası yanlış anlaşıldı. Aslında kupayı ben düşürmedim. Taraftarımızı gören kupa heyecanlanıp kendini aşağıya bıraktı" demiş.(tr.eurosport.com)

Artık ne diyelim görmemişin kupası olmuş, iki katlı otobüsten aşağıya atmış :)))

3 Nisan 2011 Pazar

Kaybedenler Kulübü

Hayatımızda en çok nelerden korkuyoruz? Hayatımızı kaybetmekten, sağlığımızı kaybetmekten, sevdiklerimizi kaybetmekten, saygınlığımızı kaybetmekten, işimizi kaybetmekten, paramızı kaybetmekten; bu liste uzar gider. Başındaki kelime değişse de esas kaybetmekten korkuyoruz. Bazen kaybetme korkusu yüzünden kaybediyoruz. Oysaki yaşam kazanmaktan çok kaybetmeye odaklı değil mi? Doğduğumuz andan itibaren yaşamda geçireceğimiz zamandan saniye saniye kaybetmiyor muyuz?

Kaybedenler Kulübü, kaybetmek üzerine bir film ve “ölümün olduğu yerde daha ciddi ne olabilir ki” sorusunu soruyor bizlere. Doksanlı yılların ikinci yarısı kendi kitlesini yaratmış popülerlikten uzakta bir radyo programıydı Kaybedenler Kulübü. Çok iyi iki arkadaş olan Mete Avunduk ve Kaan Çaydamlık yaptığı program 1996 yılında Kent Fm de yayına başladı. Beş sene boyunca kendilerine has bir üslupla akılılarına ne gelirse özgürce konuşmaya devam ettiler. Programı popüler yapmak için hiçbir çaba göstermediler. Sadece kendileri varmış ve kimse onları dinlemiyormuşçasına sundular. Ne kendilerini nede dinleyenlerini bir şablona oturtmaya çalışmadırlar. Herkes kafasına göre takılacaktı. İster şiir okuyacak, isterse küfür edecekti.

Alt kültüre seslendiler yıllarca. Süslü, makyajlı, yapay insanlar onlar için bir hiçti. Çünkü o insanların kaybetme korkusu vardı. Kendileri ise kaybetmeyi seçmişlerdi. Kazanmak için verilen yarışta kaybedilenlerin daha fazla olduğunu biliyorlardı. Başta Kaybetmeyi kabullenmek belki de mutluluğa giden en güzel yoldu. Biraz oturup düşündüm film bitiğinde açıkçası. Bazen o kadar çok kaybetme korkusu yaşıyoruz ki, bu korku bize çok şeyler kaybettirdiğini anlamıyoruz.

Filme geri dönersek, film bu ikilinin ve çevresindekilerin hikâyesini anlatıyor. Mete Kadıköy de bir bar işletmektedir. Kaan ise alt kültüre hitap eden kitapları çıkaran bir yayın evine sahiptir. İki arkadaş haftada üç gece maddi kazanç beklemedikleri bir radyo programı yapmaktadırlar. Bir şablonu yoktur programın. Her şey o anda gelişir kendiliğiyle. Bir konu bulunur tüm yayın boyunca konuşulur. Bazen konuşacak bir şey olmayınca bolca susulur. İkilinin bu tavırları programla sınırlı değildir. Yaşam tarzlarını radyoya taşımışlardı sadece. Rock’n Roll hayat tarzları ile hayata dair hiç bir şeyi ciddiye almamaktadırlar.

Bu duruşları esasında kent insanın yalnızlığına bir göndermedir. Ne yaparsanız yapın yalnızsınız mesajı vermektedirler. Ama aynı zamanda yalnızlığın da paylaşılabileceğini göstermektedirler. Programı arayan psikolojileri bozuk olan dinleyicileri öyle şatafat içermeyen kısa cümlelerle etkiliyorlar ki belkide o kişinin hayatını kurtarmanın ötesine geçip değiştiriyorlarda.
Özellikle Kadıköy’ ü filmin tam ortasına konulması, Kadıköylüleri ve bu güzel ilçeyi sevenleri ayrı bir etkileyeceğini düşünüyorum. Kadıköy’ün yanında film, doksanların ikinci yarısında ergenlikten çıkıp yirmili yaşlarına yaklaşan ve yirmili yaşlarını yaşayanları daha fazla etkileyeceğini düşünüyorum. Kendi gençliklerine ait olan bir çok şeyi filmde bulacaklardır. Kadıköy barlar sokağı müdavimleri için ise ufak bir belgesel tadı veriyor film.

Oyunculuklara gelirsek Kaan’ı canlandıran Nejat İşler ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu tekrar kanıtlamış. Sanırsam kendisinin de yaşam biçimi karaktere yakın olduğu için çokta zorlanmamış. Mete’yi canlandıran Yiğit Özşener ise senaryoda ikinci planda kalan karakterini oyunculuk yetenekleri sayesinde ön plana taşımayı başarmış. Özellikle annesi rolündeki Serra Yılmaz ile karşılıklı oynadıkları sahnelerin seyir zevki ayrı bir güzel. Bunun yanında Zeynep karakteriyle Kaan’ın hayatına giren Ahu Türkpençe de filme ayrı bir tat katmış. Filmin gizli kahramanı ise Rıza Kocaoğlu. Dünyası bir koltuk ve tv deki belgeseller olan Murat karakteriyle muhteşem bir oyunculuk çıkarmış. İleriki zamanlarda ismini daha çok duyacağımıza inanıyorum.

Filmin müzikleri konusunda da başarılı olmuş film. Asu Maralman’ın seslendirdiği Bağrı yanık dostlar şarkısının kullanıldığı sahneyi şiddetle tavsiye ederim. Isız adam filmindeki gibi seksenli yılların parçalarıyla süslenmiş bir Soundtrack albümü çıkacağını düşünüyorum. Ferdi Özbeğen - Dilek taşı ve Gülce Duru & Can Gox - My woman filmin dikkat çeken diğer parçaları.

Sonuç olarak film radyo programının felsefesine sadık kalarak kendini ve seyirciyi özgür bırakıyor. Bazı eleştirileri okuyorum çoğu sabit fikirli ve sıradan hayatlar yaşayan insanlara ait olduğunu düşünüyorum. Çünkü film giriş – gelişme – sonuç olarak kafamıza kazınan klişelere bağlı kalmamış. Kafasına göre takılıyor ve bunu çok güzel sunuyor seyirciye. Bize bir şeyler dayatmak için çaba harcamıyor. Bu tutumuyla esas seyirciyi daha çok etkiliyor. Tabii ki beyni bu etkileşime açık insanları etkiliyor. Maddi değerlere olan düşkünlüğümüzün arttığı bu günlerde bu tip bir filmi anlayacak insan sayısı az. Mutlaka izlenmesi ve üzerinde düşünülmesi gereken bir film Kaybedenler Kulübü. Kaybedenlere, otuzlu ve kırklı yaşlarındakilere, Kadıköylülere, Montana çetesine, şehrin kötü çocuklarına ve Erol Egemen’e. İyi seyirler…