3 Nisan 2011 Pazar

Kaybedenler Kulübü

Hayatımızda en çok nelerden korkuyoruz? Hayatımızı kaybetmekten, sağlığımızı kaybetmekten, sevdiklerimizi kaybetmekten, saygınlığımızı kaybetmekten, işimizi kaybetmekten, paramızı kaybetmekten; bu liste uzar gider. Başındaki kelime değişse de esas kaybetmekten korkuyoruz. Bazen kaybetme korkusu yüzünden kaybediyoruz. Oysaki yaşam kazanmaktan çok kaybetmeye odaklı değil mi? Doğduğumuz andan itibaren yaşamda geçireceğimiz zamandan saniye saniye kaybetmiyor muyuz?

Kaybedenler Kulübü, kaybetmek üzerine bir film ve “ölümün olduğu yerde daha ciddi ne olabilir ki” sorusunu soruyor bizlere. Doksanlı yılların ikinci yarısı kendi kitlesini yaratmış popülerlikten uzakta bir radyo programıydı Kaybedenler Kulübü. Çok iyi iki arkadaş olan Mete Avunduk ve Kaan Çaydamlık yaptığı program 1996 yılında Kent Fm de yayına başladı. Beş sene boyunca kendilerine has bir üslupla akılılarına ne gelirse özgürce konuşmaya devam ettiler. Programı popüler yapmak için hiçbir çaba göstermediler. Sadece kendileri varmış ve kimse onları dinlemiyormuşçasına sundular. Ne kendilerini nede dinleyenlerini bir şablona oturtmaya çalışmadırlar. Herkes kafasına göre takılacaktı. İster şiir okuyacak, isterse küfür edecekti.

Alt kültüre seslendiler yıllarca. Süslü, makyajlı, yapay insanlar onlar için bir hiçti. Çünkü o insanların kaybetme korkusu vardı. Kendileri ise kaybetmeyi seçmişlerdi. Kazanmak için verilen yarışta kaybedilenlerin daha fazla olduğunu biliyorlardı. Başta Kaybetmeyi kabullenmek belki de mutluluğa giden en güzel yoldu. Biraz oturup düşündüm film bitiğinde açıkçası. Bazen o kadar çok kaybetme korkusu yaşıyoruz ki, bu korku bize çok şeyler kaybettirdiğini anlamıyoruz.

Filme geri dönersek, film bu ikilinin ve çevresindekilerin hikâyesini anlatıyor. Mete Kadıköy de bir bar işletmektedir. Kaan ise alt kültüre hitap eden kitapları çıkaran bir yayın evine sahiptir. İki arkadaş haftada üç gece maddi kazanç beklemedikleri bir radyo programı yapmaktadırlar. Bir şablonu yoktur programın. Her şey o anda gelişir kendiliğiyle. Bir konu bulunur tüm yayın boyunca konuşulur. Bazen konuşacak bir şey olmayınca bolca susulur. İkilinin bu tavırları programla sınırlı değildir. Yaşam tarzlarını radyoya taşımışlardı sadece. Rock’n Roll hayat tarzları ile hayata dair hiç bir şeyi ciddiye almamaktadırlar.

Bu duruşları esasında kent insanın yalnızlığına bir göndermedir. Ne yaparsanız yapın yalnızsınız mesajı vermektedirler. Ama aynı zamanda yalnızlığın da paylaşılabileceğini göstermektedirler. Programı arayan psikolojileri bozuk olan dinleyicileri öyle şatafat içermeyen kısa cümlelerle etkiliyorlar ki belkide o kişinin hayatını kurtarmanın ötesine geçip değiştiriyorlarda.
Özellikle Kadıköy’ ü filmin tam ortasına konulması, Kadıköylüleri ve bu güzel ilçeyi sevenleri ayrı bir etkileyeceğini düşünüyorum. Kadıköy’ün yanında film, doksanların ikinci yarısında ergenlikten çıkıp yirmili yaşlarına yaklaşan ve yirmili yaşlarını yaşayanları daha fazla etkileyeceğini düşünüyorum. Kendi gençliklerine ait olan bir çok şeyi filmde bulacaklardır. Kadıköy barlar sokağı müdavimleri için ise ufak bir belgesel tadı veriyor film.

Oyunculuklara gelirsek Kaan’ı canlandıran Nejat İşler ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu tekrar kanıtlamış. Sanırsam kendisinin de yaşam biçimi karaktere yakın olduğu için çokta zorlanmamış. Mete’yi canlandıran Yiğit Özşener ise senaryoda ikinci planda kalan karakterini oyunculuk yetenekleri sayesinde ön plana taşımayı başarmış. Özellikle annesi rolündeki Serra Yılmaz ile karşılıklı oynadıkları sahnelerin seyir zevki ayrı bir güzel. Bunun yanında Zeynep karakteriyle Kaan’ın hayatına giren Ahu Türkpençe de filme ayrı bir tat katmış. Filmin gizli kahramanı ise Rıza Kocaoğlu. Dünyası bir koltuk ve tv deki belgeseller olan Murat karakteriyle muhteşem bir oyunculuk çıkarmış. İleriki zamanlarda ismini daha çok duyacağımıza inanıyorum.

Filmin müzikleri konusunda da başarılı olmuş film. Asu Maralman’ın seslendirdiği Bağrı yanık dostlar şarkısının kullanıldığı sahneyi şiddetle tavsiye ederim. Isız adam filmindeki gibi seksenli yılların parçalarıyla süslenmiş bir Soundtrack albümü çıkacağını düşünüyorum. Ferdi Özbeğen - Dilek taşı ve Gülce Duru & Can Gox - My woman filmin dikkat çeken diğer parçaları.

Sonuç olarak film radyo programının felsefesine sadık kalarak kendini ve seyirciyi özgür bırakıyor. Bazı eleştirileri okuyorum çoğu sabit fikirli ve sıradan hayatlar yaşayan insanlara ait olduğunu düşünüyorum. Çünkü film giriş – gelişme – sonuç olarak kafamıza kazınan klişelere bağlı kalmamış. Kafasına göre takılıyor ve bunu çok güzel sunuyor seyirciye. Bize bir şeyler dayatmak için çaba harcamıyor. Bu tutumuyla esas seyirciyi daha çok etkiliyor. Tabii ki beyni bu etkileşime açık insanları etkiliyor. Maddi değerlere olan düşkünlüğümüzün arttığı bu günlerde bu tip bir filmi anlayacak insan sayısı az. Mutlaka izlenmesi ve üzerinde düşünülmesi gereken bir film Kaybedenler Kulübü. Kaybedenlere, otuzlu ve kırklı yaşlarındakilere, Kadıköylülere, Montana çetesine, şehrin kötü çocuklarına ve Erol Egemen’e. İyi seyirler…


1 yorum: