4 Aralık 2011 Pazar
Futbolun Filozofu Artık Yok...
19 Kasım 2011 Cumartesi
Bir Futbolcudan Daha Fazlası: Alexsandro De Souza
18 Kasım 2011 Cuma
Doğum günün kutlu olsun Dev Danimarkalı
12 Kasım 2011 Cumartesi
Milli Bütünlük
2 Kasım 2011 Çarşamba
Yeni Bir Başlangıç
İki aya yaklaşıyor son yazımı yayınlayalı. Bu ara medeni durumumdaki değişiklik sebebiyle bir ay olacaktı. Fakat balayı dönüşü başımıza gelen talihsiz kaza sonucu bu süre bir ay daha uzadı.
Şimdi oturup bir şeyler yazmak zamanı. Fakat bir konsantrasyon sorunumu yada verilen uzun aranın fikri dünyam da yaratığı paslanmamı bilemiyorum zorlanıyorum. Ama bir yerden başlamak gerekiyor ve bu yazıda umarım yeni bir başlangıç olur.
Bu yeni dönemde neler yazabilirim diye düşünüyorum birkaç gündür. Malum bu blogdaki yazıların ana konusu spor. Spor ekseninde ülkenin ve dünyanın sorunlarına değindim oldu. Aralara birkaç spor dışı konu da serpiştirdim. Yeni dönemde daha da fazlalaştırmayı planlıyorum açıkçası. Şu anda rafta duran en önemli konu balayımızda gittiğimiz Prag, Viyana ve Budapeşte şehirlerine ait gezi yazıları olacak. Gezi yazılarının içinde oralarda kısa zamanda spor konusunda gözlediğim izlenimlerimi de aktarmak istiyorum.
Bunun dışında benim bu blogda yazmaktan en çok zevk aldığım SineSpor bölümüne de devam edeceğim. Birkaç film şu an yedekte beklemekte. Birkaç tanesi de DVD’ lerin içinde izlenmeyi bekliyor. Bu yeni dönemde blog’um dışında birkaç platformda daha yazı yazma ihtimalim var. Umarım yazmamamın önündeki engellerle baş edip bir şeyler karalamaya başlarım. Bunun dışında Nisan ayından bu yana Eurosports Türkiye’nin forum’unda moderatör olarak görev alıyorum. Sizleri de bu Forum’a üye olmasını tavsiye ederim. Futbol dışındaki diğer spor dallarının da bulunduğu bu forum sporseverler için yepyeni bir mecra.
Blog dışı en büyük işim de son iki senedir sırtımda kambur olarak taşıdığım yüksek lisans tezim. oOu da artık bir şekilde bitirmem gerekiyor. Yani yapacak çok iş var zaman ise kısıtlı. Umarım kısa zamanda eski performansıma ulaşır hatta geçerim.
Yeniden herkese merhaba…
13 Eylül 2011 Salı
Bizi Sevenleri Üzmeyelim Baba
13 Ağustos 2011 Cumartesi
Futbolu bulan adamın adı ''Futbol'' muydu?
UNİTED (SİNESPOR)

UNİTED
11 Ağustos 2011 Perşembe
Boğaların Ülkesinde Bir Aslan

Bu sorunun cevabını bu günden vermek çok da doğru olamaz. Medya dan aldığım bilgilere göre kafasında kariyer planını yapmış durumda Arda. Atletico Madrid’ i bir basamak olarak gördüğü ve buradan Barcelona veya Madrid’e transfer olmak istediği konuşulmakta. Türkiye de kalması durumunda hiçbir zaman hedeflerine ulaşamayacağını belirtmiş yıldız futbolcu. Bu kısım gerçekten doğru. “Edirne’ den sonra…” ile başlayan deyim “Süper Ligi kim tanır?” ile tamamlana bilir.

Arda bence kararını doğru verdi ama duygusal nedenler yüzünden gecikti. Galatasaraylılığından bir dakika bile şüphe duymamaktayım. Özellikle Fatih Terim’in Galatasaray’ın başına gelmesi ile takımda kalmayı düşündü. Ama bir yerlerde hayalleri onu rahatsız ediyordu. Sadece hayalleri mi? Hayır tabii ki onu bu ülkeden soğutan insanlarda oldu. Sevgilisi ile olan ilişkisinin en mahrem yerlerine kadar giren “Kasık Bilimciler” (Ali Ece bu adamlara “Kasık Bilimciler” demekte) Arda’yı defalarca çileden çıkardı maalesef. Adnan Polat’ın başkanlığı döneminde takıma idol yaratma, yeni Metin Oktay oluşturma çabasının da kurbanı oldu tabii. Çok genç yaşta henüz takımın sorumluluğunu alamayacakken kaptanlık verildi. Sahada özgürce oynamak dururken koca bir camia’nın sorumluluğu üstüne bindi. Arda’yı bir 66 numara ile birde 10 numaralı formayla izleyin aradaki farkı göreceksiniz. Çok büyük fark var arada.
Şimdi hayatında yep yeni bir beyaz bir sayfa açmakta. Madrid’e futbolu tekrar oynamak üzere gidecek. Umarım başarılı olur ve beş altı sene sonra tecrübeli bir futbolcu olarak gelip Galatasaray kaptanlığını geri alıp kendine en çok yakışan forma ile futbolculuk kariyerine son verir. Yolun açık olsun 66 numara….

10 Ağustos 2011 Çarşamba
''Türk'ün Tenisle İmtihanı''


İpek Şenoğlu'nun 12 yaşında Wimbledon'da oynama hayaline çevresindekilerin gülmesi çokta şaşırtıcı gelmiyordur size.. Durum böyleyken Türkiye'de dışarıya çıkıp Marsel kimdir diye sorsanız, yabancı bir boksördür cevabı alırsanız sakın şaşırmayın, çünkü hala gözlerimiz kendi değerlerimizi görmekte zorluk çekiyor. Yakın bir zamanda bu 2 sporcumuzu teniz dünyasında daha üst sıralarda göreceğimizden eminim. Galiba onlar daha üst basamaklara çıktıkça ülkemizde de tanınacak ve emekleme aşamasında olan Türk tenisi, yeni yetişecek genç tenisçilerle büyümeye aşamasına geçecektir.
Kaynak: http://www.sporlog.com/yazi/federerin-onurlandirdigi-adam-atp-96si-marsel-ilhan-ve-dahasi/- http://www.ipeksenoglu.com/
6 Temmuz 2011 Çarşamba
Lütfen Formalarımızı çıkartalım...
Geçtiğimiz pazar sabahı güzel bir yaz gününe uyandık. Televizyonu açtığımız da ise dışarıdaki güneşli havaya nispet yaparcasına kap kara bulutlarla karşılaştık. Şike soruşturulması kapsamında aralarında üç büyük kulübümüzden birinin başkanın da bulunduğu birçok kişinin tutuklandığı haberini gördük kanallarda. Artık dışarıdaki havanın da bir önemi kalmamıştı. Yine içimizde kasvet rüzgârları esmeye başlamıştı.
Türk futbolu uzun yıllar boyunca şike, teşvik, mafya ve benzeri birçok futbol ve spor kültürü dışı terimle kirletildi. O kadar güvensiz bir yapıya ulaştık ki artık hiçbir şampiyonluk lekesiz olmadı. Her maçın, her golün ve her kararın altında bir çapanoğlu arar olduk. Ama bu iddialar, suçlamalar laftan öteye gitmedi. Gün geldi hakem odaları basıldı, gün geldi karşı takımın kalecisi ayartıldı, gün geldi rakibin rakibine paralar yağdırıldı. Pazar gününe kadar bu konuyla ilgili kılını oynatan olmadı.
Ve bir Pazar sabahı tüm Türkiye’nin gözü önünde ülkenin önde gelen takımlarından birinin başkanı tutuklandı. Ortalık karıştı. Medya dünyası aradığı haberi bulmuştu. Özellikle spor kanalları kesintisiz yayınlar ile olayla ilgili gelişmeleri aktardırlar bizlere. Günümüzün fenomeni sosyal medya da durmadı tabiî ki. Taraftar forumları, facebook, twitter gibi mecralarda yorumlar, haberler ve dedikodular yayıldı.
Şöyle bir göz gezdirdim bütün bu mecralara. Şaşırmadığım tepkiler ve söylemlerle karşılaştım. Bir kısım, bu olayların böyle gelip böyle gittiğini ve şimdi mi aklınız başınıza geldi, zamanında falanca da böyle yapmıştı gibi söylemlerde bulunmaktaydı. Bir kısım ise düşene bir tekme vuralım, aman bu herifler bize az çektirmediler daha geçenlerde ligden düşeceksiniz diye dalga geçiyorlardı. Sıra bize geldi yüklen yüklenebildiğin kadar anlayışındaydılar.
Her iki düşünce şekli de sakat ve bencil düşünceler. Bu düşünce tarzı objektiflikten uzak körü körüne üstlerine giydikleri formalar üzerinden yapılan konuşmalar. Kimse kusura bakmasın ama bu olay futbol sahasının dışına çıkmıştır. Saha içinde yaşadığımız nefreti, çatışmayı veya alaylı dilli burada bırakmalı ve üzerimizdeki formayı çıkarıp kenara koymalıyız.
Neden mi? Olay adli bir olaydır birincisi. Ortada ispatlanmamış bir soruşturma vardır. Soruşturma delillerin toplanması, zanlıların tespitti, ifadelerin alınması yani suçun işlenip işlenmediğinin tespitti için gerekli araştırmanın yapılmasıdır. Deliller toplanıp adli makamlara iletildikten sonra yargı süreci başlayacaktır. Biz ise daha deliler toplanırken kararı verdik. Küme düşsün, şampiyonluk geri alınsın vesaire vesaire..
Peki yarın suç unsuruna rastlanmaz ise (Türkiye de bu aşamaya gelen olaylarda rastlanmaması pek olmuyor) o zaman ne olacak. “Suçu ispatlanana herkes suçsuzdur” bu sözü unutmayalım lütfen.
İkinci neden, unutmayalım ki dünya da değişmeyen tek şey değişimin kendidir. Böyle gelmiş böyle gider zihniyetti, onlarda yaptılar zamanında bahanesi ile bu ülkenin bir yere gitmediği açıktır. Bir insanı veya grubu suçlu ilan edip, yargısız infaz etmek ne kadar ahlak dışıysa, sırf kendi tarafımızda olduğu için kişi ve kuruluşları savunmakta o derece ahlaksızlıktır. Evet artık Türkiye eski Türkiye değil. En azından dokunulmaz denilen birçok kurum ve kişi artık dokunulmaz değil. Ortada suç işlendiğine dair şüpheler bulunmakta ise bu durumda suçlunun bulunması ve cezalandırılması olağandır. Bir suçu ört pas etmek için benzer olaylar örnek gösterilemez. Evet zamanında yapılmadı değil, ama spor da şiddet yasası bundan 3 ay önce meclisten geçti ve yasalaştı. Hukukçu değilim ama bildiğim kadarıyla yasalar geriye dönük işlememektedir.
Böyle geldi böyle gitsin zihniyeti ise ahlaksıza sebebiyetin uç noktası. Bu ülkede insanlar yan yanayı bırakın artık aynı stada giremez oldular. Hatta onu geçtik bu seneki örneğini de gördük aynı şehirde bile olamadılar. Kendinden olmayanı dışlama ve şiddet kullanma durumuna gelindi. Yeteri derece de olmayan ya da yanlış verilen cezalar oldu da bu ortama çanak tuttu.
Adalet var ise hepimiz için var olduğunu bilelim. Adalet sadece mağdur olan için değil suçlu içinde gereklidir...
Gelelim formamızı çıkardıktan sonraki duruma. Açıkçası birçok komplo teorisi var ortalıkta dolaşan. Benim açıkçası rahatsız eden ve aklımı kurcalayan noktalar siyasi. Son üç dört senedir ülkemizde yaşanan ve belli başlı değerlere yönelen saldırılarda sıra futbol kulüplerine mi geldi?
O zaman İstanbul’un üç güzide takımı taraftarları da aynı oranda endişelenmeli.(Ben endişeleniyorum.) Yarın bizim kulübün kapsının bir bahane ile çalınmayacağının garantisi yok maalesef. Olaylara birde bu açıdan bakmamız gerekmekte.
Yazının üst kısmıyla da ters düşmek istemem. Suç gerçekleştiyse tabii ki cezalar çekilmeli. Takım bazında düşündüklerimizi siyasi boyuta da taşımak zorundayız. Objektif yaklaşımımızı olabildiğince korumalıyız.
Türk futbolu çok hassas bir dönemden geçiyor. Bu gemi batarsa hep beraber batacaktır. Geminin yüzmesi için ise A dan Z ye hepimizin temizlenmesi gerekmektedir. Ve unutmayalım bir takımın küme düşmesi diğerlerinin değerini de düşürecektir. Üç büyüklerden birinin olmadığı ligin “Süper” olması beklenemez.
Umarım adalet en kısa zamanda tecelli eder ve tertemiz bir lige kavuşuruz…
3 Temmuz 2011 Pazar
SENNA (SİNESPOR)
SENNA
Tür: Belgesel, Spor, Biyografi
Yönetmen: Asif Kapadia
Gösterim tarihi: 2010
Senaryo: Manish Pandey
Yapım: 2010 ABD, Fransa, İngiltere – 106 dak.
Oyuncular: Ayrton Senna, Alain Prost, Ron Dennis, John Bisignano, Reginaldo Leme, Viviane Senna, Milton da Silva, Richard Williams
Tarih boyunca birçok insanoğlu bu dünyaya uğradı, yaşadı ve göçtü gitti. Bunlardan pek azı ismini bir yerlere kazımayı başardı. Kimisinin ismi fethettiği şehre, bulduğu matematik formülüne, bir icada veya keşfettiği kıtaya verildi. Bu insanların ortak noktaları insanlık tarihi devam ettikçe hatırlanacak olmalarıdır. Bazıları kötü şöhretleriyle bazıları ise yaptıkları iyilikler ile anılacaklar.
İnsanlık tarihi kadar eski olsa da son yüz yıl içinde hızlı bir gelişim gösteren spor, kendi tarihini yazmakta artık. Tarihin olduğu bir yerde efsanenin olmaması mümkün değildir. Spor tarihinde birçok sporcu gelip geçse de, bunların çok azı efsane konumuna yükselmişlerdir. Tarihi efsanelerin aksine çoğu yaşarken efsane olmuşlardı. Bazıları hali hazırda yaşamaktadır, hatta orta yaşlarını sürdürmekte olanlar çoğunluktadır.
Maalesef genç yaşta bu dünyadan göçenlerde olmuştur. Birçoğu arkalarında gözü yaşlı hayranlar ve güzel anılar bıraktılar. Benim için bu efsane sporcuların en önde geleni, henüz 34 yaşında hayatını kaybeden Aytron Senna’dır.
Formula 1 tarihinin en başarılı pilotlarından tam adıyla Ayrton Senna da Silva 1 Mayıs 1994 yılında Imola Grand Prix’n de hayatını kaybetti. Bu seneki ölüm yıl dönümün de kendisiyle ilgili yazdığım kısa yazıyı buradan okuyabilirsiniz.
Kısa zaman içinde ikinci bir Ayrton Senna yazısı yazmamın sebebi ise gösterime 2010 yıllında giren ve efsane pilotun 10 yıllık Formula 1 kariyerini anlatan “SENNA” isimli biyografik belgesel.
Film Senna’nın kartingden Formula 1’e geçtiği 1984 den başlayarak hayatını kaybettiği 1994 yıllına kadar ki dönemi anlatmakta. Film daha önce yayınlanmamış görüntüler, ses kayıtları ve dönemin tanıklarıyla yapılan röportajların bir araya getirilip, Senna’nın kariyer öyküsü çerçevesinde kurgulanmasıyla ortaya çıkmış. Belgesel film sevmeyen birinin bile çok rahatlıkla takip edeceği film de senaryo o kadar iyi kurgulanmış ki, belgesel bir filmden ziyade sinema filmi seyrediyormuş hissi uyandırıyor. “SENNA”, Sundance Film Festivali’nde “Dünya Sineması Seyirci Ödüllü - En İyi Belgesel” dalında ödülle layık bulundu Yönetmen koltuğunda oturan Hint asılı İngiliz Asif Kapadia gayet başarılı bir işe imza atmış.
Ayrton Senna’nın kariyerinden kesitler izler iken Formula 1 dünyasının önemli isimleri de ünlü yarışçının hayatıyla ilgili bilinmeyenleri paylaşıyor seyirciyle. Özellikle Alain Prost’la olan çekişmesine geniş yer verilmiş. Bu çekişme sırasında yaşanan olaylar o dönemde kayıta alınmış görüntülerden oluşuyor. O günlerde yaşanan politik çekişmelerin nasıl spor dünyasına yansıdığına şahit oluyoruz. Dönemin FIA Başkanı Jean-Marie Balestre’nın vatandaşı olan (Fransız) Alain Prost’u kayırmasına şahit oluyoruz. Açıkçası seyrederken içimden epeyce sövdüğümü söyleyebilirim.
Belgesel için çekilen röportajlar da şu isimler yer almakta; McLaren takımının patronu olan Ron Dennis, The Guardian yazarlarından Richard Williams, Formula 1 yazarlarından John Bisignano, Reginaldo Leme ve ezeli rakibi Alain Prost.
Özellikle filmin son bölümünde John Bisignano’nun Senna ile ilgili sözlerinden etkilenmemek elde değil.
- Ayrton'u çocuklarıyla görmeyi çok isterdim.
- Öyle bir televizyon haberini düşünebiliyor musunuz peki?
- Ayrton Senna, kanserle 50 yıllık çetin mücadelesinin ardından hayatını kaybetti."
- Bilmiyorum işte.
- Şairane ve insafsız bir açıdan bakacak olursak yarışırken ölmesi belki de iyi oldu.
İnsanı etkileyen sahnelerden biri ise ölümünden dakikalar önce arabasının içinde düşüncelere dalmış olan Ayrton Senna’nın görüntüleriydi. Gözlerindeki endişe biraz sonra yaşanacak facianın habercisi gibi.
Belgeseli izlerken Ayrton Senna’nın yarış kariyeri dışında insan olarak sergilediği mütevazılık, tanrıya olan inancı ve ülkesi Brezilya için ne anlama geldiğini de göreceksiniz. Ünlü pilotun pistte verdiği mücadelenin yanında pist dışındaki psikolojik savaşı da seyirciye çok güzel yansıtılıyor.
Peki neden Ayrton Senna belgeseli?
Formula 1 tarihinde birçok iyi pilot bulunmakta. Senna’dan daha fazla şampiyonluk yaşayan isimler var mutlaka. Ölümünün üstünden 17 yıl geçmesine rağmen hala Aytron Senna ünü sadece Formula 1 camiası ile sınırlı değildir. Milyonlarca izleyicinin gözleri önünde trajik bir biçimde hayatını kaybetmesi miydi onu efsane yapan? Bu soruya kısmen evet diyebiliriz. Ama son nefesini pistte vermesinin etkisi olsa da tek neden bu değil. Onu efsane yapan sürüş tekniği, rekabetçiliği, mütevazı kişiliği ve benzeri birçok özelliğiydi. Belki de son döneminde gelişen teknolojinin azalttığı insan faktörünün temsilcisiydi. Kendi aracından daha üstün Teknolojiye sahip araçlarla yaptığı mücadele onu yüceltti. Ve pilotaj hatasından ziyade bir mekanik yani teknoloji hatası yüzünden hayatını kaybetti maalesef.
Onun ölümünden sonra Formula 1 dünyasında pilotların karıştığı ölümlü bir kaza olmadı. Güvenlik önlemleri onun sayesinde o kadar yükseldi ki paramparça olan otomobilden burnu bile kanamadan çıkıyor pilotlar. Kaç insan vardır hem yaşamı hem de ölümüyle arkasından gelenlere örnek olan?
Hiç şüphesiz Formula 1 tarihin en büyük pilotu sayılan Michael Schumacher den sonra onun ismi aklımıza gelecektir. Zaten hayatını kaybettiği kaza sırasında arkasından gelen araçta Schumacher vardı. Sanki Tamburello virajında bir bayrak devir teslim töreni yapılmıştı. Schumacher devir aldığı bayrağı zirveye çıkarmayı başardı. Ama yinede Senna efsanesinin pırıltısı karşısında onun efsaneliği sönük kalacaktır. Çünkü Senna efsaneler üstü bir karakter olarak aklımızın bir köşesinde kalacaktır.
Senna’yı henüz tanımayan biriyseniz de bence filmi izleyerek hayran olmaya başlayabilirsiniz. İyi Seyirler…
İMDB sayfası için: http://www.imdb.com/title/tt1424432/
22 Haziran 2011 Çarşamba
Güle Güle Çoşkun Hoca

Kaynak: http://www.galatasaray.org/kulup/haber/10384.php
13 Haziran 2011 Pazartesi
Adamın Abdalı Kaleci Olur (SPOR KÜTÜPHANE)



2 Haziran 2011 Perşembe
SHAQ Parkelere Veda Etti...

İşe giderken yol boyunca hep aynı soru zihnimi meşgul etti. Shaq’ı ne zaman tanımıştım?
Ortaokul yıllarına bir yolculuk ettim ve 1992 yıllına kadar geri gittim. Şuan yaşadığımız dünyadan farklı bir dünya vardı o zamanlar. İnternet daha ülkemizde yoktu, dünya da ise emekleme aşamasındaydı. İphone gibi elimizde taşıyabildiğimiz akıllı cep telefonlarını hayal bile edemezken, o tarihteki en gelişmiş teknoloji olan ve hali vakti iyi olanlar da bulunan araç telefonları araba aküsü büyüklüğündeydi. Çağrı cihazı dediğimiz cihaz ise yepyeni bir teknoloji idi.
Lafı şuraya getirmek istiyorum bilgiye ulaşmak bu günkü gibi kolay değildi. NBA maçları haftada bir kez verilirdi. Yanlış hatırlamıyorsam oda canlı olmazdı. NBA Action programını da hafta boyunca dört gözle beklerdik. Nasıl oluyordu bilmiyorum ama bu şartlar altında günümüzde olduğundan daha çok bilgiye ulaştığımızı düşünüyorum.
Shaq’ı daha kolejde oynarken biliyorduk. Yıldızı çok parlak bir basketbolcu olacağı konuşuluyordu. 1992 draft’ı ile başladığı NBA kariyerinin ilk sezonunda kendini gösterdi ve tahminleri doğru çıkardı. Saha dışında sevimliliği ile gönülleri fed eden Shaq, saha içinde ise rakiplerin korkulu rüyası olmaya başladı. Shaq’ın 2.16 metre boyunun yanında yapılı vücuduyla dikkat çekiyordu. Fakat daha da önemlisi bu fiziğe sahip birisi için fazlasıyla çevikti. Bir pivot oyuncusu olmasına rağmen guardlar kadar çevik olabiliyordu. NBA Live oyunu için kendinize bir pivot yaratsanız bundan iyisi olmazdı bence.(Serbest atışlar hariç)
NBA’e geldiğinde Karem Abdul-Jabbar emekli olalı 3 yıl olmuştu. Ligin belli başlı pivotları ise Hakem Alajuan (Houston Rockets), Pat Ewing (New York Knicks), David Robinson (San Antonio Spurs), Vladimir Divac (Los Angeles Lakers) dı. Daha ilk sezonunda bu isimlere kafa tutmaya başladı. Orlando Magic forması ile daha 3. sezonunda finale çıkmayı başardı. Ama dönemin en formda pivotu Hakem Alajuan’lı Houston Rockets’a boyun eğmek zorunda kaldı.


Ve dün @SHAQ isimli twitter hesabından yayınladığı video ile emekliye ayrıldığını açıkladı. Yazının başında 19 yıl önceki dünya ile günümüz arasındaki fark Shaq’ın emeklilik kararını açıklama biçimiyle de gözler önüne seriliyor. Eskiden sporcular bu kararlarını vermek için bir odaya tüm basın mensuplarını doldurul ve onlarca kamera önünde ilan ederken şimdi bir el kamerası ve bir twitter hesabıyla anında dünyanın tümüne iletebiliyor.
Sonuç olarak bir devir kapandı dün itibariyle. Shaq’ın emekliliğiyle birlikte kendimi de emekli olmuş gibi hissettiğimi söyleyebilirim. Çocukluktan gençliğe geçiş dönemimizin idollerinden birinin aktif spor hayatına veda etmesi kendinizin de ne kadar yaşlandığınızı ortaya koyuyor. 39 yaş gibi sporcular için ileri bir yaşta bırakması ise kendi adıma durumu daha trajik kılıyor. Bende profesyonel sporcu olsam demek tecrübeli veya yaşlı sıfatlarını ismimin önüne alacağım demek oluyor. Oysaki basketbol sahasında top sektirirken kısacık boyuma bakmayarak kendimi bir basketbolcu olarak hayal ettiğim günler dünmüş gibi geliyordu bana.

Aşağıdaki videoda Shaq'ın ünlü spor muhabiri Ahmad Rashad ile yaptığı röportaj bulunmakta.
31 Mayıs 2011 Salı
Dar Alanda Kısa Paslaşmalar (SİNESPOR)

Dar Alanda Kısa Paslaşmalar
Tür: Dram, Spor
Yönetmen: Serdar Akar
Gösterim tarihi: 19 Ekim 2001
Senaryo: Önder Çakar, Serdar Akar
Yapım: 2000 Türkiye – 100 dak.
Oyuncular: Müjde Ar, Savaş Dinçel, Uğur Polat, Rafet El Roman, Şahnaz Çakıralp, Erkan Can, Sezai Aydın
Şimdiye kadar SineSpor başlığı altında hep yabancı filmlere yer verdiğimi fark ettim. Ayıbımı kapatmak adına bu yazımda yerli bir filme yer vermek istiyorum. Dar alanda kısa paslaşmalar, hem spor hem de dönem filmi olması sebebiyle ayrı bir önem taşıdığını düşünüyorum.
Seksenli yılların başıdır. Ülkeye sıkıyönetim hâkim olmakla beraber değişim rüzgârları da yavaş yavaş esmeye başlamıştır. Bursa’nın eski semtlerinden birinde esnaf ve mahalle sakinleri tarafından kurulmuş olan Esnafspor amatör ligde mücadele etmektedir. Kulübün kurucuları gibi oyuncuları da o mahalledendir. Sarı –Yeşil renklere sahip olan kulüp Brezilya Milli Takımı’nı örnek almaktadır.



Bunun yanında Ülkenin geçirdiği dönüşümün ilk belirtileri güzel işlenmiş. Amatör ruhun yerine profesyonelliğin geçmesi özelinde ülkedeki serbest piyasa ekonomisine geçişi irdeliyor film. Günümüzde belki de rahatsız olduğumuz birçok konu bu dönemin eseri. Film, o dönemin eleştirisini de çok şık biçimde yapıyor.


Son zamanların en çok tartışma yaratan konusu olan Bill Shankly’nin “Futbol bir oyun değil ölüm kalım meselesidir” sözüne farklı bir açıdan bakabileceğiniz bir film “Dar alanda Kısa Paslaşmalar”. Futbolun sadece futbol olmadığını, oynanan oyun bir mahalle maçı dahi olsa insanların nasıl kenetlendiği veya karşı karşıya geldiğini film boyunca göreceksiniz. Seyretmediyseniz şiddetle tavsiye ederim.
İyi seyirler…
IMDb sayfası için: http://www.imdb.com/title/tt0265144/